Erguvanlara dair şiirlerden bir demet…
“Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı”
(Hilmi Yavuz)
**
“…Sevginin çoğul oğlu
Senin ülkende yalnız bütün özlemler
Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, coşku
Bayrağındaki bir tek çiçekli dalla Orda uçsuz bucaksız
Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu.”
(Edip Cansever)
**
Ger idersem kadd ü ruhsârun yolında cân revân
Bitiser sinümde sinem üzre serv ü ergavân
(Karamanlı Nizâmî)
**
Arka Bahçe
Geçen yazın güneşinde kavrulan sandalye
incir ağacının gölgesine sığınmıştır
Gönlü kırık bir testi, fesleğenleriyle
yalnızlığının labirentindedir
Erguvan ağacının gölgeliğinde
uzunluğunu unutmuş çamaşır ipi
bedeninin iğreti mandallarıyla
gölge ve güneş ışığı aralığında
sınır çizgisi olarak dursa da
aslında sırat köprüsü niyetine
hayal etmektedir kendisini:
Kara ile beyazın,
serinlik ile sıcaklığın,
keder ile sevincin,
ölüm ile hayatın aralığında…
Burası, evlerin tavan arasıdır
arka bahçesi yani…
Neler mi doldurur bu tavan arasının sahanlığını?
Yağmurun ve rüzgârın kavurduğu kiremitler,
hayatından umut kesilmiş çiçekler,
rengi solgun mermer parçaları,
kolları kırık sandalyeler,
bacakları kesik masalar…
Balkonların çamaşır kokusu yüzünden
güneşe hasret, yağmura gurbettir
Bu yüzden bedeni küf kokar, ruhu serinlik…
Bir vaat ülkesidir bütün yaşadığı…
Bu yüzden yaz balkonlarının seyir yeridir
-Ah, yaz gelse de arka bahçede günün keyfini sürsek!
Bu, bir halk ressamının at arabasının arka yüzüne yazdığı
anlamlı bir söz misali durur hayatı boyunca hatırasında
Çünkü, nasıl olsa kış gelecek
asla ve asla hiç kimse inmeyecektir
kıta sahanlığına serinliğin tadına bakmak için
Ama tedavülden kalkmış ne kadar anı varsa
karalama defterine kaydedilmiştir:
Kuşların ve çiçeklerin,
karıncaların ve adı bilinmez böceklerin,
tavşanların ve kedilerin adresi bir de…
Refik Durbaş da ömrünün birkaç kış ve yazını
Moda’da, Ressam Şeref Akdik sokakta,
gönlünü arka bahçesine düşürmüş bir evde geçirmiştir
yalnız ve yalnız arka bahçesinde boy atmış
bir erguvan ağacı hatırına üstelik…
Erguvan ağacının erguvan rengi bedeni
yeraltı karanlığından gökyüzü maviliğine
ışıktan bir abide misali uzanmaktadır
hayat ve ölüme
bir de kendisine meydan okurcasına…
Gölgesi, yalnız barındırdığı arka bahçeyi değil
çevresini saran balkonları da aydınlatmaktadır.
“Arsa” lar “gurbet” e çıktıktan sonra
Kaç günler Refik Durbaş da
şimdi arka bahçesi olmayan
bir evi mekân tutmaktadır
Hayata gurbet, ölüme sıla niyetine…
(Refik Durbaş, 2000)
**
Erguvan Ağacı
kayık sessizce geldi, kıyıcığa demirledi
deniz, kayık kokuyordu
kayıksa yosun
bakınırken sağa sola, onu gördü uzaktan
o, orada,
çınaraltı kahvesine çıkan
taş kaplamalı yolun sağında,
beyaz badanalı, alaturka kiremitli evin
bahçe duvarının üzerinden
merakla seyrediyordu denizi
meltem ifil ifil esiyordu
meltem taşıyordu kokusunu
o, kendisine bakıldığını hissetti:
oradaydı o,
yolun karşısında
kıyıda demirliydi
kayık, deniz kokuyordu
denizse yosun
utandı, yapraklarıyla gizlenmek istedi;
meltem sertleşiverdi, gizlenemedi
kayığın içi titredi
denizden çıkmak, ona gitmek istedi;
bırakmadı deniz:
gidemedi.
o bir erguvan ağacını sevdi
üzerinde bir milyon nisan çiçeği
(Fatih Söyler, 2000)
**
Arka Bahçeye Şiir
Gündüz geldim, hayata geldim
arka bahçesine gurbetin
erguvan kokusuyla yıkandım
kuş sesleriyle bir de…
Gece geldim, ölüme geldim
arka bahçesine sılanın
ömür, kuş imiş meğer
rüzgâr kokar hatırası…
Kaç iklim yaşar anısı?
(Refik Durbaş, 2000)
**
Düşünceli yürürken bir yol dönemecinde,
Çıkacak önümüze beyaz dallarla bahar.
Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,
Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.
(Ziya Osman Saba)
**
İstanbul’da Erguvanlar Açarken
Erguvan yağmuru başladığında
Pembemsi çiçekler, eflatuna karıştığında
İstanbul’un gözyaşları
Erguvan çiçekleriyle barıştığında
İSTANBUL’da ERGUVAN’lar AÇARKEN
Sevmiştim Seni
Yüreğimin tam orta yeri
Sensizlik de arıyor seni
İstanbul ağlıyor, giden her sevgili gibi
Yüzün, ellerin, tenin
Prangalar vurulmuşcasına tutsak
Sonra alışıldık duygu kaplıyor bedenimi
Kızıl akşamlarda özlemek seni
Kavuşmayı beklemek her terkedilen gibi
İSTANBUL’da ERGUVAN’lar AÇARKEN
Sevmiştim Seni.
Nerden bilirdim, bir sabah ansızın terkedeceğini
Kardan şehrin çocukları olduk
Hayallerimizde hazanız şimdi
Yazların hatırasında kalan çehreni
Bulmak için
Eflatun bir ışık
Yeditepe’de akislerle dolanıyor
Beyhude geçen ömrümüze
İstanbul ağlıyor
Erguvanların kokusunu yavaşca içime çekiyor
‘HOŞGELDİN,HOŞGELDİN’ diyorum
İSTANBUL VE SANA…………………….
(Şebnem Ezik)
**
Yıllar, yıllar önce
Bizim sokağın sonunda
Erguvan ağaçlı bir bahçe
Ağacın ardında
bir pencere
Geçerdim kapınızın önünden
Sessizce
Kızarırdı erguvanlar
Sanki beni görünce
Bir siluet görünürdü pencereden
Heyecanlanırdım
Yağmur yağardı ince ince
Islanırdım
Titrerdim
Şimdi nerede o renkler
O hevesler, o yürekler
Solunan hava bile değişti
Ama umut tükenmedi
Erguvanlar pembeleşti
Zaman artık hedeflere engel
Her nerdeysen
Bir an evvel
Erguvanlar solmadan gel.
(Mustafa Süreyya Sezgin)
**
Erguvan zamanıdır gelen…
Erguvan zamanı gel bana emi
Bir daha hiç gitme aman ne olur.
Çiçekler solmadan gelmeyeceksen
Boş yere bekletme aman ne olur…
Erguvan baharın aşka daveti
Aşk için neyleyim başka daveti…
Erguvanî büyü sarmış dört yanı
Unutsun gönlümüz kışı, hazanı,
Ve sevda yaratan mutlu zamanı
Bu defa kaybetme aman ne olur…
Erguvan baharın aşka daveti
Aşk için neyleyim başka daveti…
(Hüsamettin Olgun)
**
Bir erguvan tadındasın
bilmesizsin sevginin
çarpık kentinde hiç olmamışsa sevdiklerin
hiç boşaltılmış sokakları
yorgun onurla terketmemişsen
bilmezsin dilimlenmiş öykülerin
serzeniş emen kaldırımların
yarına söylenmiş
şiirlerini
bir yalansa demirde dövülen
kurutulan bir erguvansa İstanbul damlarında
bilmezsin
bahara inancıllığın kalmamış
ve dağılmamışsa saçlarında ıslıklar rüzgara
sen ne bilirsin aşkın yasak
ve doğurgan iki tarafı var
akşam olsa, akşam, gümüş itinalar
ve tükenen sevgilerin ikindi kuşatması
bilmezsin kadıköy taşlarında kalmış gülüşmeleri
sen bir ayın ardından koşmamışsan
sıçramamışsa saçlarına deniz köpükleri
varolup geçmemişindir bir kumruyla
sarayburnundan
Ah şimdi Ankarasın artık sen
bu gri bozkır kentinde
kaçak yaşayan bir adamsın sen
(Ethem Vayvaylı)