
(Fotoğraf: Posof arazisinden bir kare)
2 ay önce Mart ayında Hopa’daki buluşmayla başlamıştı dostlukları, 8-10 Türk arkadaş toplanıp Sarp sınır kapısından zorlu ve rötarlı bir geçişten sonra Batum’da bir otelde karşılaştılar. Yıllarca ayrılık tohumlarının meyvelerinden istemeyerek nasibini almış kardeşleri ile ilk kez iletişime geçmenin şaşkınlığın izleri vardı yüzlerinde. 5-6 günlük birliktelikleri ile anladılar ki bugüne kadar geç kalmışlar tanışmak için, teşekkürlerle şükranlarını sundular Doğa Derneği’ne…

(Fotoğraf: Sabah etkinliği)
Çünkü doğa koruma çalışmaları ve yaşadıkları dünyayı algılamaları için toplamıştı Doğa Derneği onları. Türkiye’nin değişik yerlerinden, Azerbaycan’dan, Ermenistan’dan ve Gürcistan’dan kardeşleri ile yaşadıkları doğaya saygı için toplanmışlardı. O kadar ısınmışlardı ki birbirlerine bugüne kadar belki de hiç yapmadıklarını yaptılar, mutfağa girdiler, oyunlar oynadılar şakalaştılar kardeşleri ile. Ayrıldılar ama sancısını duyarak geç kalmışlığın acısıyla ve 3 hafta sonra Posof’a onlar davet ettiler kardeşlerini, 1 haftada orda yaşadılar ve yaşadıklarının farkına vardılar. Doğa Derneği mayıs ayında da İspir’de toplayacaktı onları ama sabırsızlanıyorlardı. Zaman geçmiyordu, buluşmayı bekliyorlardı, tekrar kardeşleri ile paylaşmak için hayatı.

(Fotoğraf: Dünyaya kendi penceremizden bakıyoruz)
25 Mayısta bir kaç arkadaş buluştular Erzurum’da, beraber geçtiler İspir’e, bekliyorlardı kalacakları yerde kardeşlerini sabırsızlıkla, biraz geçte olsa gelmişlerdi yorgun argın, yarı Gürcü yarı Türk Özer eşlik etmişti onlara. Türk kardeşlerini görünce yorgunlukları geçti bir anda, onlarda özlemişti dostlarını. Yemek yediler sohbetler gece yarısını buldu, uyuya kaldılar öylece…

(Fotoğraf: Güven ve liderlik)
Sabah erken kalkmaya çalıştı bir kaçı, kaldıkları yerin tadını çıkarmak için saldılar doğaya kendilerini. İspir’e yakın Çoruh’un hemen kıyısında ahşaptan yapılmış bungalov evlerin arkasında güzelim orman ağaçları arasında sessiz sakin bir yer seçmişti onlara Doğa Derneği.
Sabah ilk öğrenmeleri, birbirlerini ne kadar tanıdıklarına ait bir testle başladı ve hepsi başarılıydı çünkü dost olmuşlardı kısa zamanda, sırdaş olmuşlardı, yandaş olmuşlardı yaşadıkları farklı coğrafyalara rağmen…
Önceden Yıldıray hocaları ve Damla verdikleri ödevleri sorguladı. Çoğu yapmıştı, ama zaten hayatlarının bir parçası olmalıydı bu ödevler, bunun farkındaydılar. Hocalarını iyi algılıyorlardı. 5 gün boyunca yapacaklarını ve yaşayacakları programı öğrendiler, hayatlarına zaten yön vermeye başlamışlardı. Bakış açılarını göstermek için bir kağıt parçasındaki delikten baktılar dünyaya, aralarındaki iletişimi başkalarına yaymak için, belki de bundan sonraki bireysel düşüncelerini insanlığa anlatmak için İLETİŞİM dersi aldılar Damla’dan, birbirleri ile yoğun iletişerek.
“Bir avuç fındık iyi gelir; Yersen…” diyerek Yeliz ikramda bulunur Giresun’dan, yerler iyi gelir umuduyla…

(Fotoğraf: Arazi çalışmasından bir kare)
Çoruh’un azgın sularında yetişmiş alabalık pişirilir bir yandan, öğlen yemeğine hazırlanır, bu yemekte dostluklar pekiştirilir. Yıldıray sürdürülebilir kalkınma dersindeyken, tam da fikirler uçuşurken, gök gürlemesiyle elektrik kesilir, duraksarlar bir anda, tam da sürdürülebilir kalkınmadan bahsederken olacak şey midir? Ama hayat hep böyle değil midir? Tam da depara kalkacağımız anda engellerle karşılaşmaz mıyız? 5-10 dakika aradan sonra yılmadan devam ederler, hayatı ve hayatın sürdürülebilirliğini sağlamak adına. Elektrik kesintileri ara ara devam eder. Loş romantik ve yağmur sesleri ile inleyen salonda hepsi hafif yorgun, hafif solgun, öğrenmenin verdiği zevkin ağırlığını taşırlar, vazgeçmez hocaları “zaman nakittir” der, düşünür… Dersin sonuna doğru o toprak senin bu dağ benim demeden sınırları kaldırırlar ve 4 ayrı ülke insanı bir araya gelip, bu bölgelerimiz için neler yapabiliriz, nasıl bu doğa katliamına dur deriz…

(Fotoğraf: Dr. Özge Balkız izleme konusunda ders anlatıyor)
Kıskanır yağmur, ağaç, çiçek ve kuşlar, keşke bütün insanlık bu üç-beş kardeşten ders alsa demeye başlarlar. Ağaçlar onların ahengini alkışlar dans ederler, bülbüller öter, akkuyruksallayan biraz daha sallar kuyruğunu onların coşku dolu hallerine ve çevredeki canlılar “Dünyada insanlık ölmemiş” der, lisanı halleriyle alkışlar onları…

(Fotoğraf: Arazi çalışmasında Abdullah Keskin manzaraya hayran kalırken)
Akşamın gelmesiyle acıkmışlardır. İspir’e inerler, sohbetle karışık yemeklerini yerler, kendi içlerinde yasaları bile vardır. Hatta cezaları bile, kendi aralarında konuştukları zaman tatlı, dondurma ısmarlarlar. Gürcistan’dan kardeşim Lexo tatlı cezasını öder yemekten sonra saat 2’lere kadar sürer sohbetleri, uyurlar uyanırlar, birkaçı sabah erken kalkar dağlara salar kendini, sabah sporu bahanedir, birlikte geçirilecek zamanı genişletmektir amaçları…
Ders başlar Türkiye’deki örnekleri anlatır hocaları Yıldıray, Damla canlandırmıştır sabah onları, Eray fotoğraf karelerini almıştır zamanı durdurmak için. Film seyretmeye başlarlar, farklı bir filmdir. Bir de bakarlar ki kendileri tek değildir, çalışan çabalayan insanlar vardır, doğa uğruna. Mutlu olurlar…
Kastamonu’da Küre Dağları’nı gezerler, Antalya’ya iner kaplumbağaları severler, İstanbul’da ekolojik tarım yaparlar, bir anda bedenlerinden sıyrılırlar, sanki ruhları doğa koruma yapanlarla beraberdir, onlarla sevinir, onlarla üzülürler… Tam da dalmışken, bulutların üzerinde süzülürken bir anda İspir’e özgü kuru fasulye kokusu gelir, he birazcıkta acıkmışlardır. Tekrar İspir’de olduklarını hatırlar ve yemeğe geçerler. Yemek arasında röportajlar yapılır. Doğa okulu öncesi ve sonrası değişimlerini anlatırlar.

(Fotoğraf: Bahtiyar Kurt (turuncu polarlı) stratejik planlama anlatıyor)
Bir de bakarlar gözleri görmüyor, birbirlerinin elini tutmuş, arka arkaya bir yola çıkmışlar, en öndekinin gözleri onların gözü kulağı olmuş. Birbirlerine güvenin son noktasını yaşıyorlar. Liderleri görüyor, duyuyor, onların yerine karar veriyordu, bu onları birbirlerine daha da bağladı.
Derken Akdeniz foku ile tanıştılar, hayran kaldılar, aşık oldular. Cem kardeşimin kulağı çınlasın neredeyse onun kadar duygusaldılar. Birden Foka doyamazken Bahar Bilgen ile karşılaştılar. İzmit Körfezi’nde alan savunma konusunda kavgalı süreci yaşadılar. Dalıp dalıp çıktılar İzmit Körfezi’nin sığ sularına, bazen balık kartal oldular, bazen engel çıkaran bir bürokrat. Ne güzel anlatır Baharcım iyi yaşasın ki yaşatsın.

(Fotoğraf: Bahar Bilgen İzmit Sulakalan koruma deneyimini anlatıyor)
Ertesi gün erken kalktılar, dağlara, yaylalara, bayırlara koşmak istiyorlardı. Kahvaltıyı sabırsızlıkla yaptılar. Koşa koşa arabalara ve sonra yola koyuldular. Sağa sola bakıştılar. Sulara, ağaçlara, yollara ve dağlara baktılar. Israrla arabayı durdurup, yürüyerek hissetmek istediler beraberce hayatı. Tam yürümeye başlamışken… Yükseklerde dağların tepesine doğru bir kaya kartalının bakışları dikkatimi çekti. Selamlıyordu bu dostluğu. Onları gördükten sonra daha bir ahenkle uçmaya başlamıştı. Saksağanlar yol göstermeye başlamıştı. Devam ettiler doğa kendini bir başka gösterdi onlara alkışlıyordu her canlı sanki onları. Akşama kadar sürecek miydi bu güzellik, daha nelerle karşılaşacaklarını bilmeden devam ettiler. Vücutları yorgun düştü arabalara isteksiz ama meraklı gözlerle bindiler, dinlenmek istiyorlardı ama dinlenmediler, dinlenmek istemediler.

(Fotoğraf: Arazi çalışmasından bir kare)
Bir kızıl akbaba gözkırptı, bir şahin ben de buradayım dedi. Alakarga yolu kesti, tekrar inmek istediler. Yürüdüler… Merhabalar yükseldi doğaya, ayrılamıyorlardı içlerinden. Su daha güzel çağlıyordu, kuşlar daha hoş ötüyordu, ağaçlar raks ediyorlardı. Bir köyde köylülerle oturup yerel yemeklerini yediler, sohbet ettiler, bir anda onlar gibi yaşamak istediler, şehirlerden uzak hayatla iç içe. Çaylarını sabırsızlıkla içtiler. Tekrar saldılar dağlara taşlara kendilerini, bulundukları yerin Sıra Konaklar olduğunu öğrendiler. Sıra sıra konaklara baka kaldılar.
Sonra Geçitağzı köyüne ulaştılar. Kaçkarlar gözlerini dinlendiriyor, gökkuzgun dansa davet ediyor, keten kuşu, tarla çintesi, kiraz kuşu, kızılsırtlı örümcek kuşu ve kara tavuk başlarını döndürmeye başlamıştı. Güneş batarken bu sefer üzgün veda ediyordu, batmak istemiyordu, dağların arasından süzülerek zorlanarak ayrılıyordu. Son ışıklarını daha canlı vermeye çalışıyordu. Mest olmuşlardı. Şehirler dışındaki yaşamın bu kadar hareketli olacağını bilememişlerdi. Dönüş yolunda kopmak istemiyorlardı doğadan, kaya kartalı veda duruşunda onlara el sallıyordu. Acıktıklarını bile unutmuşlardı. Günü konuştular. Gece yarılarına kadar yorgunluklarını hatırlamak istemiyorlardı. Uyudular gülümseyerek, hayata söz verdiler. Bundan sonra doğaya saygı duyacaklardı. İnsan olarak verdikleri zarara engel olacaklardı.

(Fotoğraf: Damla ve Abdullah kulaktan kulağa fiskos yapıyor)
Yine sabah erken uyandılar bülbül sesleri ile, Yıldıray doğayı koruma ve planlama konusunda aldıkları kararları nasıl uygulayacaklarını anlattı yol gösterdi. İzlemenin önemini Özge Balkız paylaştı onlarla, stratejik planlama yapmaları gerektiği hakkında Bahtiyar Kurt deneyimlerini aktardı. Dolup dolup taştılar, yağmur ziyaret etti tekrar selam getirdi Kaçkarlardan.
Akşam oldu, gece oldu, neredeyse sabah oldu, son gecelerini yaşıyorlardı. Gün ağarana kadar sohbet ettiler, şakalaştılar, yine bedenleri bitap ve harap düştü ama gülümsüyorlardı. Gülerek uyuyorlardı, yüzlerinde bedenlerinden sıyrılmış, dünyayı kapsamış ruhlarının izi vardı.
Haykırıyorlardı sanki evrene, dostluğu, hoşgörüyü, saygıyı, tahammülü, sabırı, çalışmayı, dinlemeyi…

(Fotoğraf: Abdullah, Yıldıray Lise’ye Urfa işi bir hediye veriyor)
26-30 Mayıs 2008
İspir / Erzurum
Abdullah KESKİN
İletişim: keskinab(at)yahoo.com
Editörün notu: Abdullah Keskin bu yazıyı gönderip başlık ve fotolarla yazıyı düzenleyip yayınla deyince ben de böyle bir başlık attım! Abdullah ilki hariç tüm doğa okullarına öğrenci ve denetmen olarak katılan ve hepsini yerinde gören bir dostumuz. Umarım bundan sonrakilere de katılma şansı olur.
Fotoğraflar: Damla Akyıldız
Paylaşmak isterseniz, hiç çekinmeyin!
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...