Ah be ölüm

Ah be ölüm

İçimde bir ukde bırakırsın hep

Son kez göremediklerimden

Helalleşemediklerimden

 

Ah be ölüm

Gözümün önüne gelir

Anılar

Sohbetler

Mutluluklar

En çok da umutlar

 

Ah be ölüm

Gecen yok

Gündüzün yok

Aniden gelir

Güzel insanları alır gidersin

 

Ah be ölüm

Bazen üste üste gelirsin

Çoğalır acılar

Azalır umutlar

Ah be ölüm

 

03temmuz2016

 

(Son dönemde yitirdiğim Musa Lise, Ülkü İşsever, Fırat Bayır ve Galip Arslan’ın ardından)

Fotoğraf karesinden uzun metraj film yönetmenliğine – M. Hakan Baykal öyküsü

(Fotoğraf: Hakan Baykal – “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi çekimlerinden)

Uzun yıllardır tanırım M. Hakan Baykal’ı.

Son dönemde aynı çatı altında çalıştığımızdan daha fazla görüşür olduk…

Dostluğumuz daha da pekişti.

Kendisini fotoğrafçı olarak tanıdım sonra öğrendim ki müzikle de uğraşıyor.

2011 yılında da ilk filmini yönetti.

Bazı sahneleri benim evde çekildiğinden değil ama nihai ürünü görmek için dört gözle filmin vizyona girmesini bekliyoruz!

Sizlere bu çok yönlü insanı tanıtmak için bazı sorular sordum ve cevaplar aldım.

Keyifli okumalar diliyorum!

Y.L: Sevgili Hakan, seni güzel sanatlardaki başarılarınla tanıdım ben. Biraz kendinden ve çalışmalarından bahseder misin lütfen?

H.B: Sanata olan merak hep çocuk yaşlarda başlıyor sanırım. Televizyonun tek kanal olduğu ve henüz köylere gitmediği yıllarda teyzemin eşinin film makinesi vardı, köy ve kasabaları dolaşır sinemayı oralara ulaştırırdı.

Tabii ki o filmleri evde bize seyrettirirdi önce. Aynı zamanda da serbest muhabirlik yapar, gittiği yerlerdeki ilginç olayları belgeler ve gazetelere haber yapardı. Benim sinema ve fotoğrafla olan tanışıklığım böyle başladı.

Babamın aldığı Lubitel marka çift objektifli fotoğraf makinesiyle ilk fotoğraflarımı çekmeye başladım. Üniversitede Lisans ve Yüksek Lisans sırasında seçmeli ders olarak görsel sanatlarla ilgili dersleri almaya gayret ettim, hem fotoğrafçılık, hem de sinema dersleri aldım.

Daha sonrasında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) ve Fotoğraf Sanatı Kurumu (FSK) üyelikleriyle fotoğraf, hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Yaklaşık 10 yıldır da fotoğraf dersleri veriyorum.

 (Fotoğraf: Hakan Baykal arşivi)

Y.L: Bir mimar olarak fotoğraf maceran nasıl başladı ve gelişti?

H.B: Fotoğrafla olan bağlantım aslında üniversite yıllarımdan daha öncelere dayanır ama mimar olmamın da görsel sanatlara yakınlaşmamdaki katkısı büyüktür. ODTÜ Mimarlık yıllarımda Prof. Dr. Jale Erzen ve Fatih Orbay’ı tanımam, İstanbul’a ve Ege’deki antik kentlere yapılan teknik geziler fotoğrafa olan sevgimi perçinledi. Önceleri mimari fotoğrafa olan ilgim zaman içerisinde doğaya ve insana yöneldi.

Y.L: Son dönemde “Melek Yoksa Şeytan mı?” adlı filmin yönetmenliğini de yaptın. Filmle ilgili kısaca neler söylemek istersin?

H.B: “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi, ilk uzun metraj filmim olacak. Daha önceleri kısa film yapıyordum. Şule Ataman (ki filmin senaristlerinden birisidir) sayesinde yine kısa filmlerle uğraşan Zaim Güvenç ile tanıştım. O sıralarda bu filmin senaryosu üzerinde çalışıyorlardı. Filmi Zaim ile ortak yönetmeye karar verdik. 2011 Mayıs ayında senaryo oluştuktan sonra oyuncu seçmeleri yaptık ve seçilen oyuncularla yaklaşık 3 ay deneme çalışmaları yaptık. 15 Ağustosta da çekimler başladı. Filmin çekimlerini toplam 45 çekim gününde tamamladık, şu anda montaj aşamasındayız. Bir yandan da filmin müzikleri hazırlanıyor. Bazı ünlü sanatçılar şarkılarının filmde yer almasına izin verdiler. Bir tane de sözlerini Şule Ataman’ın yazdığı, benim bestelediğim bir tango parça yer alacak filmde.

Çok kısa olarak anlatırsam, film, iki genç kızın hayatları üzerinden günümüzde insanların düşünce ve davranışlarındaki kırılma noktalarını ve dönüşümleri anlatıyor.

Y.L: Fotoğraf ve film çekmek senin için önemli. Bunları yapmaktaki amacın ne? Bu sektörde kendini nerede görmek istiyorsun?

H.B: Aslında sadece fotoğraf veya sinemaya ilginin ötesinde bir şey bu. Sanat kavramı benim için çok değerli. Çocukken çevremdeki çocukların pek çoğu sporculara (futbolculara) hayranken ben hep sanatçıları örnek aldım kendime. Bir müzisyen, bir heykeltıraş, bir mimar olmayı düşlerdim hep.

Maddesel ya da konumsal olarak her hangi bir hedef koymadım kendime. Bu benim hedefsiz olduğum anlamına gelmiyor tabii ki. Sektörde kendimi görmek istediğim yer öncelikle beni mutlu edecek ve kalıcı olmasını umduğum güzel eserler verebilmek.

Y.L: Bugüne kadar en çok keyif aldığın çalışman hangisiydi?

H.B: Fotoğraf ya da film çekmek zaten keyif veren bir uğraş genelde.  Müzisyenlerle ilgili bir fotoğraf çalışmam var. Henüz sergilenmedi ama fotoğraflar çoğaldıkça beni çok mutlu ediyor. Fırsat bulduğumda sergisini açmak istiyorum.

Ayrıca, “Melek Yoksa Şeytan mı?” filminin çekimleri bazen sıkıntılı geçse de genel olarak büyük keyif alarak yaptığım bir çalışmaydı.

Y.L: Fotoğrafların birçok yerde yayınlandı. Bu yayınlardan en çok hangisi seni mutlu etti?

H.B: National Geographic dergisinde yayınlanan “Kuş gözlemleyen çocuklar” fotoğrafım beni mutlu etmişti.

Y.L: Türkiye’de birçok yerde fotoğraf çekimleri yaptın.  Başından ilginç olaylar geçmiştir mutlaka. Bunlardan birkaçını bizimle paylaşır mısın lütfen?

H.B: Öğrencilerimle Ankara’da bir gecekondu semtinde fotoğraf çekimine gitmiştik, sokaktaki ilkokul çağındaki çocuklar birden bize taş atmaya başladılar. Biz ne olduğunu anlayamadık çıkmak zorunda kaldık sokaktan ve yakındaki bir kahvehaneye girdik. Bir yaşlı amca yanımıza geldi belediyeden mi geliyorsunuz diye sordu. Biz fotoğraf çekmek için geldiğimizi söyleyince amca “çocuklar boşuna taşlamışlar” dedi. Meğer belediye evlerini yıkım kararı almış, ellerimizdeki çantaları ve tripodları görünce bizi de o ekipten sanıp taşlamışlar.

Y.L: Kendi çektiklerin içinde en sevdiğin fotoğrafın hangisi? O fotoğrafı nasıl çektin?

H.B: Beni mutlu eden ve iyi ki çekmişim dediğim fotoğraflar arasından bir tanesini seçmek kolay değil aslında. Bunlardan Caz müzisyenlerine ait bir fotoğrafımı söyleyebilirim. Fotoğrafı 1998 de New York’ta bir caz kafede çekmiştim. Vokal, saksafon ve kontrbastan oluşan grup bir köşede çalıyordu. “The Shadow of Your Smile” çalarken diğer ışıkları kapatıp tek spotla aydınlattılar. Ortam çok güzeldi. Işığı biraz yumuşatmak için objektifin önüne sarı bir naylon torbayı koyup ardı ardına birkaç poz çektim. Garsonlardan biri yanıma gelip fotoğraf çekemeyeceğimi söyledi ama ben çoktan istediğimi almıştım bile. 

(Fotoğraf: Hakan Baykal – New York – 1998)

Y.L: Fotoğraf ve film çekimleri konusunda kendini geliştirmek için neler yapıyorsun?

H.B: Beğendiğim fotoğrafçıların, yönetmenlerin eserlerini mümkün olduğunca takip ederim. Sanat ve felsefe ile ilgili söyleşi, konferans vs. olduğunda kaçırmamaya çalışırım.

Kaynak olarak kitapların yanı sıra dergileri de izlemeyi hiç ihmal etmem. Çünkü kitaplardan temel bilgileri alırken dergiler de güncel gelişmeleri, yeni teknikleri takip etme şansı sağlıyor. Görsel sanatlara yer veren çok iyi internet siteleri var, onları takip ediyorum. Tabii en önemlisi sürekli çalışıyor ve daha iyi nasıl yapabilirim diye arayışlar, denemeler yapıyorum.

Y.L: Takip ettiğin uzman fotoğrafçı veya yönetmenler vardır mutlaka. Bunlar kimler?

H.B: Fotoğrafta… S.Salgado, E.Weston, S. Mc Cury, D. Hamilton…

Yönetmen olarak… Tarkovsy, Bertolucci, Tornatore, Lars Von Trier, Angelopoulos, Kieslowski… Ülkemizden Metin Erksan, Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan ilk aklıma gelenler.

Y.L: “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmine geri dönelim. Çekimler bitti ve kurgu sürüyor bildiğim kadarıyla… Son durum nedir? Ne zaman vizyona giriyor?

H.B: Kaba kurgu bitmek üzere. İnce kurgunun tamamlanması ve renk düzeltmelerinin yapılması ile müziklerin dahil edilmesi biraz zaman alan süreçler. Öncelikle festivalleri hedeflediğimiz için filmin vizyona girmesini biraz ileriye alabiliriz belki. Senin de bildiğin gibi bazı festivallere katılmak için filmin daha önce vizyona girmemiş olması şartı getiriliyor. Ama sanırım Nisan ya da Mayıs ayında tek gösterimlik bir gala yapacağız.

(Fotoğraf: Hakan Baykal arşivi – “Melek Yoksa Şeytan mı?” film tayfası bir radyo söyleşisinde!)

Y.L: Sence filmin en önemli özelliği ne?

H.B: Filmin en önemli yanlarından birisi tamamen gönüllü çalışmalarla yapılmış olması bence. Oyuncular ve film ekibi dahil hiç kimse para almadı bu filmi yaparken. Hatta, çekimler için herhangi bir mekan gerektiğinde bizi hiç tanımamalarına rağmen insanlar karşılıksız açtılar evlerini, işyerlerini bize. Ankaralılara teşekkürler gerçekten. Bu arada, senin de katkın büyük bu filmin oluşmasında. Gerek evini kullandırman, gerekse teknik donanımımıza yaptığın yardımlardan dolayı tüm film ekibim adına teşekkür ederim.

Filmin bir diğer özelliği de bu kadar çok amatör oyuncuya yer vermesi. Aralarından ilerisi için çok başarılı oyuncular çıkacağına inanıyorum.

Y.L: Film çekimleri sana neler kattı?

H.B: Film sırasında ben de çok şey öğrendim aslında. Birçok kısa filmde oyunculuktan yönetmenliğe farklı konumlarda yer aldım ancak uzun metraj film yönetmek bambaşka bir deneyim. Yüzlerce insanla iletişim içinde olmayı gerektiren bir iş bu. Özellikle de maddi destek almadan bağımsız sinema anlayışıyla çalıştığımız için oyuncular, teknik kadro, ulaşım, yemek, mekan, kostüm, vs. her ne varsa ilgilenmek zorundasınız. Birinde olacak ufak bir aksama zincirleme olarak günlerce zaman kaybına neden olabiliyor. Bu yüzden, iyi iletişim kurmanın, planlı ve organize olmanın önemini öğretti bu çalışma bana.

Y.L: Bundan sonra filmlere devam mı?

H.B: Kesinlikle. Durmak yok artık.

Öncelikle aklımda iki kısa film var, ilk fırsatta onları hayata geçirmeye çalışacağım. Sonrasında da bir uzun metraj film planım var ama henüz gerekli alt yapıyı oluşturmadım. Bir süre daha çalışmam gerekiyor.

Y.L: Fotoğrafa veya film çekmeye meraklı gençlere neler önerirsin?

H.B: Başta teknik bilgi olarak alt yapının sağlanması gerekiyor. Işık, renk, kadraj, diyafram vs. her ne varsa hakim olmak gerekir. “Hangi unsurları hangi oranda değiştirirsem hangi sonucu elde ederim” sorusunun cevaplanmış olması ileride yapılacak çalışmalarda büyük kolaylık ve esneklik sağlayacaktır. Ancak, teknik bilgi işin sadece giriş bölümü… Asıl yaratıcılığı, farklılığı ortaya çıkaracak birikimi edinmek önem kazanıyor. Bunun için de edebiyattan müziğe, sosyolojiden psikolojiye dek değişik alanlarda kendini geliştirmenin önemine inanıyorum ben.

Ayrıca, beğendikleri sanatçıları takip etmelerini ama taklit etmekten de kaçınmalarını öneririm. Hiçbir taklit aslından iyi olmamıştır bugüne dek.

Y.L: Senin başarılı çalışmalarını takip etmek isteyenler sana nasıl ulaşabilir?

H.B: Bu konu en zayıf yanım belki de. Henüz internet üzerinde doğrudan erişilebilecek bir adresim yok ama çok yakında çalışmalarıma ulaşılabilecek bir site oluşturmayı umuyorum.

Filmle ilgili daha fazla bilgi edinmek için http://www.melekyoksaseytanmi.com/ adresine bakılabilir.

Y.L: Hakancım, değerli vaktini bana ayırdığın için teşekkür ederim. Bunlara ek olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı?

H.B: Çalışmalarımı aktarma şansı oluşturduğun için ben teşekkür ederim sevgili Yıldıray… Bu söyleşinin kendi sitemi oluşturmamda bir kıvılcım olacağını umuyorum. Sevgiler, saygılar…

**

Bu güzel röportaj için Hakan Baykal’a teşekkür ederim.

Umarım bu çok yönlü insanı size birazcık tanıtabilmişimdir.

Mutlaka eserlerine erişin derim.

Hakan Baykal’ın son eseri olan ve yönetmenliğini yaptığı “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi ile ilgili gelişmeleri http://www.melekyoksaseytanmi.com/ sitesinden takip edebilirsiniz!

Vizyona çıkmasını hakikaten dört gözle bekliyorum!

1mart2012

“Eski”meyen dost Atila URAS

(Fotoğraf Atila Uras arşivi)

Atila (tek T ve tek L) Uras, bence Türkiye’de doğa koruma ve sürdürülebilir kalkınma konularında en önemli uzmanlardan biri.

Ondan da önemlisi benim “eski”meyen dostum.

Ayşe’nin biricik eşi. Defne ve Deniz’in babası.

“Neyimiz var kaybedecek cesaretimizden başka!” diyen bir güzel insan.

Artık Atina’da çalışıyor. Yeni görevine başlarken onunla bir röportaj yapma şansım oldu. Geçen hafta Atina’ya uğurladığımız Atila’nın verdiği bilgiler hepimizi için çok değerli. 

Yıldıray Lise: Bir inşaat mühendisi olarak kendinizi nasıl doğa koruma sektöründe buldunuz? Nasıl oldu bu iş?

Atila Uras: Aslında inşaat mühendisliği de özünde doğa ve insan arasındaki ilişkiyi düzenlemeye yarayan bir meslek. Üstünde bir “yok edici” imaj olsa da insanın doğanın engelleri ile başa çıkması üzerine kurulu bir uzmanlık. Bunun içine nicelik yanında nitelik katıldığında bu iş doğru yapılıyor olacak tabi ki, ama maalesef günümüzde inşaat mühendisliği engellerle başa çıkmanın ötesinde doğayı “ele geçirme”, yönetmek değil ama istediği gibi “yönlendirme” ve kaynakları köküne kadar kullanmak için gereken altyapıyı sunma şeklinde uygulanıyor genelde.

Benim doğa korumaya yönelmem aslında ODTÜ’de okurken inşaat mühendisliği sınırlarının biraz ekstremlerinde konuşlanan Kıyı ve Liman Mühendisliği’ni seçmemle alakalı diyebiliriz. Bu arada danışmanımın ODTÜ Sualtı Topluluğu’nun o dönemki akademik danışmanı Ahmet Cevdet Yalçıner olmasının, çok sevdiğim hocalarım Ayşen Ergin ve Erdal Özhan’ın “sürdürülebilirlik”, “çevre”, “doğa” kavramlarını onlardan ders aldığım yıllarda (ki o yıllar Rio Zirvesi’nin öncesine denk geliyordu!!!) dile getiriyor olmalarının da piyango gibi bir durum olduğunu şimdi buradan bakınca görüyorum. Gerek derslerde olsun, gerek aktif bir üyesi olduğum ODTÜ SAT ile yaptığımız çalışmalarda olsun kendimi bugünlere hazırlıyormuşum meğer. Geriye dönüp bakınca 1992’de Bozcaada’da, 1993’te Gökçeada’da ve 1994’te Foça’da ODTÜ SAT’ın düzenlediği Sualtında Görüntü Avlama yarışmalarının hedefi Kuzey Ege’de bir Sualtı Milli Parkı kurulması için kamuoyu oluşturmak olarak belirlenmişti. 1992’de Biyoçeşitlilik Sözleşmesi imzalanmadan ODTÜ SAT Bozcaada yarışmasına böyle bir hedef koymuş! Vizyoner arkadaşlarla birlikte olmak da çok önemliymiş, yine geriye bakınca anlıyor insan…

Yüksek lisans bitip Kıyı Mühendisi olup, bunun avantajı ile askerliği de denizci olarak Heybeliada’da yapınca deniz ve kıyı işleri iyice içime işlemiş oldu. Mühendislik hayatımı da kıyı ve deniz işlerine yoğunlaştırayım diye bir prensip koydum, bu arada da Sualtı Araştırmaları Derneği’nde gönüllü olarak bazı sorumluluklar üstlenmeye başlamıştım. Okuldayken ilgilenmeye başladığım “Kıyı Alanları Yönetimi” konusunu da bırakmıyordum. Kıyı Alanları Yönetimi Türk Milli Komitesi’nde de aktif rol alırken Doğal Hayatı Koruma Derneği’nden Türkiye’nin Önemli Kıyı Alanları Projesi için birini aradıkları bilgisi bana ulaştı. Ama üçüncü nesil inşaat mühendisi olarak bir STK’da çalışmaya başlamak fikri pek kolay verilecek bir karar değildi. Ayşe (eşim) bu fırsatı değerlendirmem için büyük destek verdi ve tabi ki sevgili Güneşin Aydemir o meşhur sözü söyledi “Neyimiz var kaybedecek cesaretimizden başka!” ve başvurdum. Seçildim. 1999 Mart ayında da bu macera başladı. 🙂

 

Yıldıray Lise: Birçok farklı kurumda çalıştınız; uluslararası ve ulusal deneyime sahipsiniz. Biraz kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz lütfen?

Atila Uras: İlk aşkım Kelaynak! Beni doğa koruma ve STK hayatına sokan ilk kurum Doğal Hayatı Koruma Derneği. Orada Deniz ve Kıyı Programı’nda Ayşe Oruç, Emine Kuzutürk, Zeynep Oruç, Gül Şat ve Emrah Bilge ile denizkaplumbağaları, kıyı yönetimi, ekoturizm derken Çıralı ve Belek’te kıyı yönetimi AB projesinde buldum kendimi. Tarihe geçen bir projenin içinde yer almak da büyük bir şanstı. Çıralı ile UN-HABITAT Dubai ödülünü aldık. Büyük bir tatmindi açıkçası. Bu arada WWF Akdeniz Programı ile yakın çalışıyorduk. Tam projenin kapanış raporunu yazıyordum ki telefonum çaldı. WWF Akdeniz Programı’ndan Paolo Guglielmi arıyordu, Atila seni Roma’ya istiyorum, düşün taşın karar ver ve beni hemen ara dedi ve telefonu kapattı! Ayşe’yle konuştuk, tabi ki “Neyimiz var kaybedecek cesaretimizden başka!” dedik ve ben 2001 Şubat’ta Roma’da WWF Akdeniz Programı’nda Deniz ve Kıyı Projeleri Koordinatörü olarak çalışmaya başladım.

İkinci aşkım panda! WWF Akdeniz Programı’nda Türkiye, Hırvatistan ve Tunus’ta projelerimiz vardı ve onları koordine ediyordum. Gerçekten büyük teknik tecrübe edindiğim bir dönemdi. Farklı kültürler, doğa korumaya, deniz ve kıyı yönetimine, proje yönetimine farklı yaklaşımlar, farklı teknikler derken yavaş yavaş gerçek bir “yeşil yakalı” olmuştum. Bu süreçte Likya kıyıları için “Turkuaz koridor” felsefesini geliştirmek, Kekova ÖÇK Alanını Kaş’a kadar genişletmeyi başarmak, Hırvatistan’da Lastovo Deniz Koruma Alanı’nın ilanının ilk adımlarını atmak, Vis Adası’nda bir orkinos çiftliğinin halkın karşı çıkması ile iptal edilmesinin içinde yer almak, WWF’nin Blue School’u ile pek çok kişinin eğitimine destek vermek aklıma gelen çalışmalar. Ardından Türkiye’ye döndük ve 1 sene WWF Türkiye’nin Çevre Koruma Direktörlüğü’nü yaptım. Çok zor bir finansal dönemde, çok zor kararlar almak zorunda kalarak, ama gerçek doğa koruma kahramanları ile çalışma şansını bulduğum bir zamandı. O şartlarda dahi Küre Dağları, Likya kıyıları, Türkiye’nin sulak alanları, kardelenler, büyük etoburlar gibi yığınla önemli konuda, büyük sıkıntılara rağmen büyük özveri ile çalışan bir ekibin başında “yönetici/müdür olmak” ile “takım kaptanı olmak” arasındaki farkı bana öğreten paha biçilmez bir tecrübe yaşadım. Şartlar beni aşkım Türk pandadan ayırdıysa da diğer pandalarla ilişkim sürdü. WWF Akdeniz , WWF İsveç ve WWF International’a danışmanlıklar yaptım ve STK dünyasından ayrılmamaya çabaladım. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nde çevre STK’ları dışındaki sivil toplum dünyası ile tanıştım. Bu arada uzaktan UNDP ile flörtüm başlamıştı. ODTÜ’de Kıyı Yönetimi dersi veriyordum ve İngiliz’lerin DEFRA fonundan ODTÜ’nin bir İklim Değişikliği ve Kıyının Etkilenebilirliği projesinin alınmasına destek vermiştim. UNDP’de bu arada İklim Değişikliği projeleri yapıyordu ve büyüyen bir proje portföyü vardı. Birleşmiş Milletler ile yollarımız 2006 yılının Ağustos ayında kesişti.

Üçüncü aşkım BM mavisi! Denizkaplumbağaları ile başlayan romantik çevre/doğa kariyerim evrime uğrayarak sürdürülebilir kalkınmaya dönüşmüştü. Önce, mükemmel bir ekiple, oldukça zorlayıcı bir AB destekli Sürdürülebilir Kalkınma Projesi’ni hayata geçirdik. Ardından da aynı ekiple oldukça fazla etki yarattığımıza inandığım İklim Değişikliğine Uyum Programı’nı yönettim. Gerçekten büyük bir projeler yumağıydı bu program.Alper Acar, Gökhan Resuloğlu, Gökçe Yörükoğlu, Deniz Tapanve Koray Abacı ile çok uyumlu bir ekiptik. Çok değerli danışmanlarla (Nuran Talu, Burcu Arık, Nilüfer Oral, Emine Kuzutürk, Şenol Ataman, Kaan Tunçok gibi) çalıştık. Hem çok şey öğrendiğim, hem Tükiye çapında çok fazla insanla tanıştığım ve küresel ölçekte örnek bir çalışma oldu. Çok tatmin ediciydi vallahi.

Şimdilik son durak Akdeniz – mare nostrum! Bütün bu birikim beni Akdeniz’e daha donanımlı olarak geri getirdi. Şimdi BM Çevre Programı’nın Akdeniz Eylem Planı ofisindeyim. İnşaat Mühendisi halimle bu yaşta diplomat oldum iyi mi? Ayrıca Roma seferinden sonra ikinci batı seferine çıkmış olduk. Üstelik bu sefer sadece Ayşe ve ben değiliz, ekipte Defne ve Deniz’de var…

(Fotoğraf Atila Uras arşivi)

Yıldıray Lise: Tüm bu süreçte başınızdan geçen unutamadığınız anılarınız olmuştur. Bunlardan birkaçını bizimle paylaşır mısınız lütfen?

Atila Uras: Çok anı var tabi ki ama beni en çok güldüren anım Hırvatistan’dan. Sevgili Allan Williams ve Anton Micallef ile birlikte bir kıyı peyzaj değerlendirme çalışması için Dalmaçya’daydık. Yerel basın bu çalışmaya ilgi gösterdi ve Hırvatistan’ın önemli gazetelerinden Slobodna Dalmacija bizle röportaj yaptı. Ertesi gün birinci sayfada fotoğrafımızla birlikte haber olduk. Fotoğrafın altında şöyle bir açıklama vardı. “Prof. Allan Williams – University of Glamorgan – Wales, Dr. Anton Micallef – Insular Coastal Dynamics Institute – Malta,Atila Uras – Turkish”. Bakalım bu Türk olma olayı Yunanistan’da başıma ne işler açacak!

 

Yıldıray Lise: Size göre en önemli başarılarınız nelerdir?

Atila Uras: Bunları benim söylemem zor ama herhalde beni en çok tatmin eden “başarı”, birkaç gönüllü ve aktivistten oluşan Hırvatistan’daki küçücük STK “Sunce” yi, yılın STK’sı seçilecek ve WWF’nin küresel ödülünü alacak bir kurum haline getirirkenki desteğimdir.

 

Yıldıray Lise: Bu süreçte hayal kırıklıkları yaşadınız mı?

Atila Uras: Bazen bu işte ne hedefler koymalı diye düşününce insan kendini Amerika Güzeli seçilen birinin konuşmasını yapar gibi bulabiliyor. Çok şeylere ulaşmak istiyorsunuz ama bu doğa koruma/çevre işlerinde bazen o hedeflere insanın hayatı içinde ulaşması imkansız. Hayal kırıklıkları bu işte günlük hayatın bir parçası ve birlikte yaşamayı öğrenmek lazım. Özellikle söyleyebileceğim bir hayal kırıklığım yok, ama bazen keşke WWF Türkiye’de çalıştığım dönemdeki ekiple çok daha uzun süre çalışabilseydim diyorum. Harika bir vizyonumuz, çok çok kalifiye bir ekibimiz ve sinerjimiz vardı. Ama maalesef “Conservation without money is conversation” demişler ve bu da o döneme denk geldi.

 

Yıldıray Lise: Atina’ya gidiyorsunuz. Yeni bir görev sizi bekliyor. Orada neler yapacaksınız?

Atila Uras: Şimdiye kadar yaptığım çalışmaların farklı bir boyutuna yoğunlaşacağım. Bu da uluslararası anlaşmaların uygulanması süreci. Akdeniz ölçeğinde daha önce WWF’de çalışırken içinde olduğum yerel uygulama çalışmaları ve Türkiye’de içinde yer aldığım uygulama/politika çalışmaları şimdi Akdeniz ölçeğinde politika çalışmalarına dönüşecek. Akdeniz’in kirliliğe karşı korunması hedefi ile imzalanan ve zaman içinde (30 yıldan uzun süre bu bahsettiğimiz) evrimleşerek kirliliğin ötesinde bir büyük ölçekli Kıyı Yönetimi çabasına dönüşen (ki içinde korunan alanlar, kıyı alanları yönetimi, temiz üretim gibi pek çok farklı konuyu içermeye başlayan) Barselona Anlaşması’nın sekreteryasında çalışıyorum. Şu mare nostrumun. Yani bizim denizin epey içine gireceğim gibi duruyor. Yunanistan’ı ve henüz gitmediğim bazı Akdeniz ülkelerini keşfetmek de yanıma kar kalacak. 🙂

(Fotoğraf Atila Uras arşivi)

Yıldıray Lise: Doğa koruma ve sürdürülebilir kalkınma konularında çalışmak isteyen gençlere neler önerirsiniz?

Atila Uras: Öncelikle buna karar verdikten sonra vazgeçmemek ve sabırlı olmak gerekli. Bu konularda çalışmaya karar verdiyseniz bence doğru yoldasınız. Kar amacı gütmeyen bir organizasyonda olsun, ya da özel sektörde olsun artık “yeşil yaka”lıların dönemi başlıyor. Her işte olduğu gibi başlarda biraz sürünmek ve sömürülmek oyunun kuralı. STK’lar başlamak için çok doğru yerler. Hem işe ısınmak, zorlukları görmek ve işin “vazgeçilmez sınırları” ve “pazarlık payları”nı öğrenmek için gerçek birer okul. Bu işlerde çalışırken emeğinizin karşılığını hemen, elle tutulur ve gözle görülür şekilde almak pek mümkün olmuyor, kendinizi de buna hazırlamak lazım. Ayrıca ben de gönüllü olarak insan kaynakları önerileri verebilirim 🙂 beni arasınlar…

 

Yıldıray Lise: Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Son sözlerinizi alalım.

Atila Uras: Neyimiz var kaybedecek cesaretimizden başka Yıldo’cuğum… Çok teşekkürler.

Teşekkürler “eski”meyen dost. Eminim ki bu görevinde de çok başarılı olacaksın. Yeni açılımlar getirip daha iyilere yol alınmasın sağlayacaksın.

Her daim arkandayız! Bir telefonun yeter.

Hepimizin bildiği gibi gece yola çıkınca öğle yemeğine Atina’dayız!

16ocak2012

(Fotoğraf: Damla Akyıldız)

Dostum Özgün Emre Can

Foto: Yıldıray Lise

1992 yılında birlikte girmişiz ODTÜ Biyoloji Bölümü’ne.

Bir dönem İngilizce hazırlık okuduk ve bir dönem sadece kimya dersi aldık.

Asıl yolumuz 1993 yılının ilk Biyoloji 101 dersinde kesişti…

Dostluğumuz büyüdü, bugünlere geldi…

 Aynı sıralarda oturduk, aynı işyerlerinde çalıştık, aynı yerlerde yemek yedik, arazi yaptık…

Onu anlatmaya kelimeler  yetmez…

Dr. Özgün Emre Can, Türkiye’nin yaban hayatı konusunda en deneyimli bilim insanlarından, uzmanlarından ve doğa korumacılarından biri…

Onunla doğa koruma serüveni, çalışmaları ve deneyimleri üzerine Küre Dağları Milli Parkı’nda yapmış olduğum söyleşi, YEŞİL ATLAS elektronik dergisinin bu sayısında yayımlandı.

“Yaban Hayatı: Doğa Konuşmaları” başlıklı yazıyı, http://www.yesilatlas.com/18/emagazine.aspx adresinde 29. ve 36. sayfalar arasında güzel fotoğraflar eşliğinde okuyabilirsiniz.

İyi okumalar…

Not: Dr. Özgün Emre Can’ın doğa koruma, çevre, uygulamalı bilimler üzerine derlediği haberleri twitter hesabından takip edebilirsiniz: http://twitter.com/#!/ozgunemrecan

 Dr. Özgün Emre Can İnternet Sitesi: http://arastirvekesfet.net/

O şimdi Oxford’a gidiyor! : http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1059439&Date=10.08.2011&CategoryID=79

10Şubat & 10 Ağustos 2011