[Konuk yazar: Melek Cavlı]
Benim de çocukluğumun üstüne apartmanlar diktiler.
Geniş balkonlu hem de.
Geniş avlulu çocukluğumun üstüne.
Demir kapılıydı, kara taşlıydı benim çocukluğum.
Möble, fayans bilmezdi.
Kapı önü taşlarında geçti çocukluğum.
Büyüklerin sohbetleriydi eğlencemiz, çitlerken kabuklu yemişleri.
Kovalardık birbirimizi yağ tenekelerindeki çiçekler arasında.
Leğenlerde çiğnediğimiz kilimlerdi oyunlarımız.
Sabun kokuluydu benim çocukluğum.
Kumdan hayallerimiz vardı.
Neler inşa etmedik ki?
Keşke hep kumdan kalsaydı hayallerimiz, hayal kırıklığımız olmazdı o zaman!

(Fotoğraf: Göktürk Erdoğan – http://www.gokturk.info/)
Bir divan yeterdi hepimizin çocukluğuna, sıcak yorganın altına gizlerdik korkularımızı.
Sarılırdık annemize her gök gürültüsünde, ağlardık ulu orta, akıtmazdık içimize gözyaşlarımızı.
Gül yabaniler korkuturdu bizi, karanlıklar bir de.
Bu kadar gerçek değildi çünkü her korku.
Baş edebiliyorduk.
Yalnız değildi çünkü çocukluğumuz.
Kömür kokuluydu benim çocukluğum.
Kestane kebap tadındaydı, bir bardak boza içinde sıcak leblebiydik işte.
Haşlanmış yumurta kokardık sabahları.
Siyah zeytin, beyaz peynir, sıcacık dede simitleriydi beslenmemiz.
Boyanmamıştı zeytinler daha. Sıcaktı simitler de.
Sıcaklar bunaltmazdı, dereye sokarken ayaklarımızı.
Kardan adamlarım olmadı hiç.
Kış memleketinden uzaktı benim çocukluğum.
Kış çocuğuydum oysa.
Televizyon kuşağıydık biz.
Adımızı öyle buyurmuşlardı.
Susam Sokağı çocukları.
Okul çantaları ağırdı benim çocukluğumun.
Kara önlüklü, ak yüzlü, al yanaklıydık.
Örtmenimi severdim ben, sevmeyi öğretmişti çünkü.
Beyaz kurabiyeleri vardı benim çocukluğumun.
Buzdolabı üstünden aşırdığım.
4 oda bir salon evler yaptılar çocukluğumun üstüne.
Geniş balkonlar yaptılar caddeye bakan.
Oysa mahalleye bakardı benim çocukluğumun camları.

(Fotoğraf: Göktürk Erdoğan – http://www.gokturk.info/)
Önce sahipleri gitti, avluda yıkandılar son kez.
Limonata içtik, helva yedik çocukluğumuzun ardından.
Beyaz badana yapılmadı sonra evlere.
Çiçekleri sulanmadı bahçenin.
Sonbaharda dökülen yaprakları da süpürülmedi çocukluğumun.
Tozları silmedi annem sonra, örümcek ağlarına bıraktık kuzinelerini çocukluğumun.
Misafirleri de terk etti sahiplerinden sonra avlulu evleri.
Yıkıldı bir oda bir salon çocukluğum.
Durduramadık dozerleri, son fotoğraflarını çekerken avlulu evlerin.
Hatıralarını yağmaladık yıkıntıların arasından.
Gidilmez oldu yıllık izinlerde memleketlere, klimalı olsa da otobüsler.
Hem sigarada içilmiyordu artık, midemizde bulanmazdı.

(Melek Cavlı- Filmi seyretmek için tıklayınız.)
Büyüttüler çocukluğumuzu.
Okuttular, adam ettiler çocukluğumuzu.
Kolsuz, bacaksız kaldı bebeklerimiz, çocukluğumuz gibi.
Bir türlü tamir eden çıkmadı oyuncaklarımızı.
Kayboldu çocukluğumuz her giden komşu-kardeşle.
Ananelerin buruşuk ellerinde, kızanım diyen dillerinde kaldı çocukluğum.
Yerli malı, yurdum malı günlerinde bilmeden yediğimiz radyasyonlu fındık tadındaydı çocukluğum.
Kumandasız televizyonlarımız da oldu, tek kanallı çağı da gördük.
Çoğalırken kanal sayısı sevindik, yaklaşan karmaşayı görememiştik oysa.
Lojman çocuğuyduk biz, dışı gri ama içi rengarenkti.
Parklara götürmezdi annemiz, çünkü oyun parkları yapmışlardı o lojmanlara.
Bir yere kaçmayalım diye.
Hapsetmişlerdi çocukluğumuza bizi.
Abilerimiz, ablalarımız vardı.
Korumasız çocukluğumuzun cankurtaranlarıydılar.
Lojman çocuğuyduk biz, tayini çıkan babaların çocuklarıydık.
Memleketin dört bir yanından oyun arkadaşlarımız vardı.
Kütük başka, doğum yeri başka, evimiz hep başka başka yerdeydi.
Gün geldi terk ettik gri lojmanları hepimiz, çocukluğumuzu da.
Mektup da yazdık, bayramda kart da attık kalanlara.
Özlem duymayı öğrendik ilk dersinde hayatın.
Sonra büyüdük, tüm dersleri öğrettiler.
Küçük dev kadınlar, adamlar yarattık her birimiz.
Ağırdı sorumluluklar taşıdığımız çantalardan çok.
Acıttı ilk aşklar, düşünce kanayan yaralardan çok.
Hep çocuk kalmalıydık oysa,
Hep çocuk yaşamalıyız da,
çünkü her şey çocukça!
19.11.2006 / Sıhhiye
Melek Cavlı
melekcavli(at)hotmail(nokta)com
Paylaşmak isterseniz, hiç çekinmeyin!
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...