KÜÇÜK GÜZELDİR

“Bir kelime yanına bir kelime gelince,

Bir ses yanına bir ses gelince,

Bir insanın yanına bir insan gelince…

Büyürler, büyürler, ölümden önce.”

Özdemir Asaf

GEF Küçük Destek Programı’nın (SGP) Türkiye’deki 20 yıllık deneyimini farklı bölgelerden örneklerle anlatan DOĞAL ÖYKÜLER kitabı çıktı.

1

Türkiye Ormancılar Derneği tarafından basılan kitabın yayına hazırlayanı ve editörlerinden biri olarak son dönemde severek yaptığım güzel işlerden biri olduğunu belirtmek isterim.

Kitabı hazırlarken yıllar önce Türkiye’nin farklı bölgelerinde başlamasına vesile olduğumuz çalışmaların, yerel dernekler tarafından sahiplenildiğini ve bu derneklerin gönüllü çalışmalarıyla başarılı sonuçlar alındığını görmek mutlu etti beni.

kapak

DOĞAL ÖYKÜLER KİTABI

GEF Küçük Destek Programı‘nın (GEF SGP) Türkiye’deki 20 yıllık deneyimini örnek projelerle anlattığımız kitap. 2014 yılı sonuna kadar desteklenmiş olan 236 proje içinden seçilen 25 farklı proje ile Küre Dağları ve Datça Bozburun Yarımadalarında desteklenen tüm projelerin deneyimlerini proje yöneticilerinin gözünden güzel fotoğraflar eşliğinde paylaşıyor. Ayrıca, proje deneyimlerinin yanında GEF SGP’nin desteklediği yayınları, toplantı ve çalıştayları anlatıyor.

Editörlerden bölümünden şu alıntı kitabı hazırlama amacımızı özetliyor: “1993 yılında ülkemizde başlatılan GEF Küçük Destek Programı (SGP) birçok projeyi destekleyerek günümüzdeki küresel sorunlara yerinde çözümler geliştirdi. Birçok kurum ve kişinin katkılarıyla atılan küçük adımlar dev adımlara dönüştü. GEF SGP ailesi bu yolda kararlı bir şekilde ilerledi, çabalar ve başarılar ile doğal öyküler yazıldı.

Bize de bu öyküler derlemek ve sizlere ulaştırmak düştü. Birçok kurum ve kişinin katkısıyla hazırladığımız bu yayın, GEF SGP ailesinin 20 yıllık deneyimin öyküsüdür. 236 projenin kolektif deneyimini ve en can alıcı örneklerini tek bir amaçla hazırlayıp sunuyoruz:

Küçük bile olsa sivil adımların gücünü, cesaretini, çarpan etkilerini, samimiyetini ve geleceğimizi aydınlatan sonuçlarını sizinle paylaşabilmek.

sayilarlar_gef_sgp

SAYILARLA GEF SGP TÜRKİYE

Kitapta GEF SGP’nin 20 yıllık serüvenini anlatan bazı önemli sayıların altını çizdik.

  • Bugüne kadar 236 proje, 149 farklı sivil kuruluşu (dernek, vakıf, kooperatif, meslek odası veya birlik) tarafından ağırlıklı olarak yerel ölçekte, yerel yönetimleri ve sivil toplum kurumlarını ortak alarak gerçekleştirildi.
  • SGP desteği 39 milli parkımızın 22’sinde, 81 yaban hayatı koruma sahamızın 19’unda, 31 tabiatı koruma alanının 11’inde ve birçok doğal sit alanında yöre halkının koruma planlama ve uygulama çalışmalarında etkin rol oynamasına destek oldu.
  • IUCN kırmızı listesindeki 32 nesli tehlike altındaki tür için tür koruma projeleri için toplam 300 hektar alanda (Alageyik, leopar, inci kefali, yediuyur, çöl varanı, sırtlan, vaşak, bozayı, toy, dağ horozu, Akbez geyik böceği, denizkaplumbağaları, ters lale, Datça hurması, Datça bademi, Cladocora caespitosa, Phyllangia mouchezii, Madracis pharensis, Polycyathus muellerae mercan ve pek çok bitki türü) çalışmalar yapıldı.
  • SGP, Türkiye’nin Önemli Bitki Alanları, Kızılırmak Deltası, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, Orman ve Biyoçeşitlilik, Küresel İklim Değişikliğine Yerel Çözümler gibi son derece kritik 30’un üstünde yayının ve projeler dâhil 478 eğitim amaçlı toplantının destekçisi oldu. Uygulamalı eğitimlerden 500.000’in üstünde kişi doğrudan yararlandı.
  • SGP destekli projeler, 900.000 doğaseverin gönüllü katkılarıyla 4 milyon fidanın toprakla buluşmasına sivil girişimlerin katkısını sağladı.

projeler_haritası

ÖYKÜLERİ ANLATILAN PROJELER

Doğal Öyküler kitabı için 20 yılda desteklenen 236 proje içinden 25 farklı proje ile Küre Dağları ve Datça Bozburun Yarımadalarında desteklenen tüm projelerin deneyimlerin yer aldı. Güzel fotoğraflar eşliğinden deneyimleri paylaşılan projeler şunlardır:

Tarım Turizm Takas (Tatuta) Ailesi: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin “Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi ve Gönüllü Bilgi, Tecrübe Takası (TaTuTa) Projesi”.

GEF SGP desteği ile başlayan bir projeden Türkiye için önemli bir turizm programı yeşerdi. TaTuTa Programı büyük bir aile oldu ve Türkiye’de “ekoturizm”, “kırsal turizm”, “tarım turizmi”, “doğa dostu tatil”, “gönüllülük” gibi kavramlar söz konusu olduğunda ilk çalınan kapılardan biri haline geldi.

Van Gölü İnci Kefali Koruma Çalışmaları: Doğa Gözcüleri Derneği’nin “Sürdürülebilir İnci Kefali Balıkçılığı ve Tüketimi” projeleri.

Van Gölü’nde yaşayan inci kefali 20 yıllık çabalar sonucunda üniversite, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarının ortak çalışması sonucunda korunuyor. GEF SGP’nin özellikle sivil toplum kuruluşları merkezli koruma yaklaşımın geliştirilmesi aşamasında destek verdiği bu çalışmalar Türkiye’de en başarılı tür koruma çalışmalarından biridir.

Leoparı koruyoruz: Doğal Kaynak ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Derneği’nin “Güneydoğu Anadolu Leopar Projesi”.

Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da leoparın yaşam yerlerinin belirlenmesi ve habitatlarının yöre halkıyla birlikte korunması çalışmaları ile kamuoyunun dikkatini çeken proje GEF SGP desteğiyle başladı.

“Küre Dağları Milli Parkı, elimizde bir meşale gibi yolumuzu aydınlatıyor!”

“Örgütlü toplum, güçlü toplumdur!” ifadesi, Küre Dağları Milli Parkı ve çevresindeki başarılı çalışmaları en iyi anlatan cümledir. Bartın Ulus Aşağıçerçi Güzelleştirme Derneği Başkanı Galip Arslan “Yaşatmak için örgütlendik! Örgütlü toplum, güçlü toplumdur!” diyor ve ekliyor: “Amacımız, buranın akarsularının, dağlarının, ağaçlarının ve hayvanlarının muhafaza edilmesi”.

Bu bölümde Küre Dağları Milli Parkı ve çevresinde uygulanan GEF SGP destekli şu projelerin deneyimleri paylaşılmıştır:

  • Kastamonu Kooperatifler Birliği – “Küre Dağları Harmangeriş Beldesinde Geleneksel Ağaç İşçiliğinin Sürdürülebilirliğinin Sağlanması ve Çeşitlendirilmesi Projesi”
  • Küre Dağları Ekoturizm Derneği (KED) – “Küre Dağları Milli Parkı ve Çevresinde Ekoturizmin Geliştirilmesi için Zümrüt Köyü Uygulaması” Projesi
  • Kastamonu Kooperatifler Birliği  – “Kastamonu’da Biyogaz Uygulaması ve Tanıtımı Projesi”
  • Aşağıçerçi Köyü Güzelleştirme Derneği – “Küre Dağları Milli Parkı Ulus Bölgesinde Alternatif Sürdürülebilir Geçim Kaynaklarının Saptanması ve Eğitimi Projesi”
  • Aşağıçerçi Köyü Güzelleştirme Derneği – “Küre Dağlarının Bilgisi: Ulus Aşağıçerçi Yayını 2. Baskı” Projesi
  • Bartın ve Çevresinde Yaşayan Uluslular Kültür, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği – “Küre Dağlarında Alternatif bir Geçim Stratejisi olarak Doğa Dostu Sürdürülebilir Keten Tarımı” Projesi
  • Bartın ve Çevresinde Yaşayan Uluslular Kültür, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği – “Küre Dağları Milli Parkı Sınırları İçerisinde Yaban Hayvanlarının Tarım Arazilerinden Uzak Tutularak Korunması” Projesi

Hayalet avcılığı tanıdık: Çanakkale Koza Gençlik Derneği’nin “Hayalet Avcılık Farkındalık Projesi”.

Hayalet Avcılık konusu GEF SGP destekli projelerle Türkiye gündeminde yer aldı. Bu konuda öncü proje Çanakkale Koza Gençlik Derneği tarafından uygulandı.

Sizin için dikilen 7 fidan sevgiyle yeşeriyor: Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı’nın (ÇEKÜL) “7 Ağaç Orman Projesi”.

ÇEKÜL’ün 1992 yılında başladığı ve GEF SGP’nin katkılarıyla büyüyen 7 Ağaç Ormanları ağaçlandırma çalışmaları aynı inanç ve sivil katılımla devam ediyor. İstanbul’dan başlayıp Anadolu’ya yayılan çalışmalarda bugüne kadar yaklaşık 900.000 doğaseverin desteğiyle dikilen fidanların sayısı 4 milyona ulaştı.

Eskişehir Sivrihisar’da koyun sürülerini akbaşlar koruyor: Sivrihisar Çoban Köpeği Akbaş Irkını Koruma, Araştırma, Tanıtma Derneği’nin “Eskişehir Sivrihisar İlçesinde Akbaş Çoban Köpeklerinin Dejenerasyonunun Önlenmesi ve Irk Özelliklerinin Korunması Projesi”.

GEF SGP destekli projeyle sürüleri yaban hayvanlarından en iyi koruyan çoban köpeği akbaşların sayıları artıyor.

Beypazarı’nda Doğa Turizmi: Doğa Derneği’ninBeypazarı – İnözü Vadisi Yerel Katılımla Doğa Turizmi Uygulama Projesi”.

Ankara’nın en önemli kültür turizmi merkezlerinden biri olan Beypazarı, Doğa Derneği’nin GEF SGP desteği ile gerçekleştirdiği proje ile doğa turizmi için de önemli bölgelerden biri haline geldi.

Ankara keçisi korunuyor: Türkiye Tabiatını Koruma Derneği’nin Ankara Keçisi Irkının Devamlılığının Sağlanması İçin Yetiştiriciliğin Desteklenmesi Projesi”.

GEF SGP’nin desteklediği çalışmaların da katkısı ile Ankara keçilerinin besleme şartları iyileşiyor ve sayıları artıyor.

Bozkır da güzeldir: Doğa Kültür ve Yaşam Derneği’nin “Bozkır da Güzeldir” Projesi.

GEF SGP desteği ile Doğa Kültür ve Yaşam Derneği tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bozkırın nadir canlıları olan çizgili sırtlan ve çöl varanı Şanlıurfa Birecik halkı tarafından korunuyor.

Biyolojik Çeşitlilik Odaklı Ormancılık: Doğa Koruma Merkezi’nin “Gümüşhane Ormanlarında Biyolojik Çeşitlilik Odaklı Ormancılık” Projesi.

Doğa Koruma Merkezi, Orman Genel Müdürlüğü ile yaptığı ortak çalışmalarla Türkiye’de orman amenajman planlarında biyolojik çeşitliliğin korunması için yeni bir yaklaşım geliştiriyor. GEF SGP desteği ile Gümüşhane ormanlarında yürütülen bu proje, yeni yaklaşımın ilk örnek uygulamamalarından biri olarak dikkat çekiyor.

Kara akbabalar özgür uçuyor:  Doğa Araştırmaları Derneği’nin “Kara Akbaba 2001” Projesi.

Doğa Araştırmaları Derneği’nin GEF SGP’nin desteğiyle nesli tehlike altında olan kara akbabaların korunması için yaptığı proje Türkiye’de yırtıcı kuş türlerinin korunması yolunda önemli bir adım oldu. Yıllar içinde bölgede yapılan birçok proje ile kara akbaba koruma çalışmaları Türkiye’de en iyi bilinen tür koruma çalışmalarından biri haline geldi.

Türkiye’nin İlk Yaban Hayatı Koridoru: KuzeyDoğa Derneği’nin “Türkiye’nin İlk Yaban Hayatı Koridoru’nun Beşeri Altyapısının Oluşturulması Projesi”.

KuzeyDoğa Derneği, GEF SGP’nin desteği ve birçok kurumun ortaklığında Türkiye’nin ilk yaban hayatı koridorunu oluşturdu.

Muğla’nın Kültürel Mirası: Yerli Meyveler – Meyve Mirası Çalışma Grubu’nun “Muğla’nın Yerli Meyveleri: Kültürel Miras, Veritabanı ve Koruma Projesi”.

Gönüllü bir grubun GEF SGP desteğiyle Muğla’da başlattığı yerli meyve ağaç çeşitlerinin belirlenmesi, korunması çalışmaları Türkiye için önemli bir örnek oldu.

Marmariç’te Permakültür: Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği’nin “Permakültür Tasarım Yöntemleriyle Doğa Dostu, Sürdürülebilir ve Verimli Arazi Kullanım Modeli Geliştirme ve Uygulama Projesi”.

Türkiye’deki ilk permakültür uygulamalarından biri GEF SGP desteğiyle İzmir Marmariç’te gerçekleştirildi. Bu çalışmaların öncülüğünde yıllar içinde kendine yeterli ve sürdürülebilir bir yerleşim olma yolunda Marmariç büyük bir adım attı.

Fırtına Vadisi’nin Şimşirleri: Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin “Fırtına (Rize) Şimşirlerinin Tanıtımı ve Korunması” Projesi.

Türkiye’nin dokuz orman sıcak noktasından biri olan Fırtına Vadisi’nin şimşirleri Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin birçok kurumlar ortaklaşa gerçekleştirdiği proje ile daha iyi tanınıyor ve korunuyor.

Hayalet Avcılığa Son: Mavi Kilikya Derneği’nin “Hayalet Avcılığa Son” Projesi.

GEF SGP projeleri ile tanınan hayalet avcılıklar ilgili çalışmalar Mavi Kilikya Derneği’nin çabalarıyla Adana’da da uygulandı.

İnsan ve Doğa Uyum İçinde: Datça-Bozburun Yarımadaları Önemli Doğa Alanı Deneyimi

GEF SGP, 2012 yılında Satoyama İnisiyatifi, Japon Biyoçeşitlilik Fonu ortaklığında dünyada insan ve doğanın uyum içinde olduğu alanların iyi koruma örneği oluşturmak hedefiyle 11 ülkede başlattığı çalışmada yer aldı. Datça Bozburun Yarımadaları Önemli Doğa Alanı, kısaca COMDEKS olarak adlandırılan bu çalışmada Türkiye’de uygulama alanı olarak GEF SGP Ulusal Komitesi tarafından seçildi.

Bölgenin mevcut durumunun değerlendirilmesiden sonra GEF SGP / COMDEKS desteğiyle projeler desteklendi.

Bu bölümde Datça – Bozburun Yarımadalarında uygulanan GEF SGP / COMDEKS destekli şu projelerin deneyimleri paylaşılmıştır:

Yurttaşın İklim Mücadelesi: Küresel Denge Derneği’nin “Sivil İklim Zirvesi (SİZ) 2013” Projesi.

Türkiye’de “yurttaş odaklı” bir iklim gündemi oluşturmayı amaçlayan Sivil İklim Zirvesi (SİZ) 2013 Projesi GEF SGP’nin desteğiyle hak temelli yaklaşımlarla ülkemizdeki iklim değişikliği ile insanların günlük yaşam alışkanlıkları ve geçimlikleri arasındaki bağın farkında olmalarına katkı sağladı.

Ekokaravan yollarda: Odider Otodoğalgaz İstasyonları Derneği’nin “Ekokaravan – Temiz Enerji Teknolojileri Tanıtım Aracı” Projesi

Güneş, rüzgar ve hidrojen enerjisini bir araç üzerinde tanıtan dünyadaki ilk örnek olan Ekokaravan, GEF SGP desteğiyle Türkiye’de 26 ili, Abudabi ve Viyana’yı ziyaret etti.

Bitkisel Yağlardan Traktör Yakıtı: Güneşköy Kooperatifi’nin “Kırsal Kesimde Yerel Olanaklarla Üretilecek Bitkisel Yağların Dizel Motorlu Tarım Araçlarında Yakıt Olarak Kullanılması  – Kırıkkale Hisarköy Denemesi” Projesi.

GEF SGP’nin desteğiyle geliştirilen ve Güneşköy’de denenen bitkisel yakıt kontrol sistemi kanola, ayçiçeği, pamuk gibi yağ bitkilerinden elde edilen yağların dizel motorlu araçlarda, öncelikle traktörlerde hiçbir ön işleme yapılmadan doğrudan yakıt olarak kullanılıyor.

İklim Dostu Çankaya Parkları: Peyzaj Araştırmaları Derneği’nin “Doğal Bitkilerle İklim Dostu Çankaya Parkları Projesi”.

Ülkemizde bir ilçede parkların iklim dostu olması ilk çalışmalar Ankara Çankaya ilçesinde başlatıldı.

Bisiklet kullanıyorum, mutluyum: Bisikletliler Derneği’nin “Haydi Çocuklar Bisikletle Okula” Projesi.

GEF SGP daha temiz şehirler ve daha sağlıklı bir hayat için bisiklet kullanımını özendirmek ve bisiklet ile ulaşımın Türkiye’de yaygınlaşması için projeler destekledi.

Antalya’nın “Güneşevi” var: Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Antalya Şubesi’nin “Antalya Ekolojik Eğitim Merkezi” Projesi.

Antalya’nın ilk güneş evi GEF SGP desteği ile hazırlanan Antalya Ekolojik Eğitim Merkezi oldu. Bu merkezde güneş enerjili termal sistemleri, güneş elektriğini, güneş enerjili serayı ve küçük ölçekli rüzgar türbinlerini gören birçok ziyaretçi evinde ya da serasında bu sistemi kullanmaya başladı.

Atık Bitkisel Yağlardan Biyodizel üretiyoruz: Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği Derneği’nin “Biyodizel Üretiminde Kullanmak Üzere Atık Bitkisel Yağların Toplanması için Farkındalık Projesi”.

Türkiye’de bitkisel atık yağların toplanması konusunda yapılan ilk proje olan “Biyodizel Üretiminde Kullanmak Üzere Atık Bitkisel Yağların Toplanması için Farkındalık Projesi” GEF SGP’nin desteğiyle gerçekleşti. Bu projede oluşturulan atık yağ toplam sistemi sektördeki firmalar tarafından hala uygulanıyor.

Eymir Gölü’nde Güneşli Bot: Temiz Enerji Vakfı’nın (TEMEV) “Güneşli Bot” Projesi.

Temiz Enerji Vakfı (TEMEV), sivil toplum kuruluşları, üniversite ve sanayi kurumlarının işbirliği ve GEF SGP desteğiyle başlatılan “Güneşli Bot Projesi” sonunda tümüyle güneş enerjisi ile çalışan “Güneşli Bot” tasarlanmış ve Ankara Eymir Gölü’nde kullanıma sunulmuştur.

Doğayı Pedalla Koru: Burdur Su Sporları Spor Kulübü Derneği’nin “Doğayı Pedalla Koru” Projesi.

Burdur Gölü’nün etkin korunması için yola çıkan bisikletçiler, doğa koruma açısından önemli bir projeye imza attı.

 arka_kapak

KİTAP HAKKINDA GÖRÜŞLER

GEF SGP Ulusal Koordinatörü ve kitabın editörlerinden biri olan Gökmen ARGUN kitabı şöyle özetliyor: “Bu yayın, sivil toplumun hayallerinin dünyanın geleceğini değiştirecek ölçekte zenginlikte ve niyette olduğunu gösteriyor bize. Umarım bu şekilde seslerini ve değerli çalışmalarını tüm kamuoyuna duyurabilir ve yeni fırsatların doğmasına vesile oluruz.”

Editörlerden Ozan Çekiç ise “Hem Türkiye Ormancılar Derneği Yönetim Kurulu üyesi olarak hem de kitabın editörlerinden biri olarak küçük destekler ile kurum ve kuruluşların ne kadar büyük ve anlamlı işler yapmış olduklarını keyifle görmüş oldum. Desteği sunan GEF SGP başta olmak üzere tüm projelerde rol alan tüm kurum kuruluş ve yöneticilerine kocaman teşekkür ediyorum.” diyor.

gef_sgp_ailesi

KİTABA ULAŞMAK İÇİN: 

GEF SGP eposta: gef.sgp@undp.org

Türkiye Ormancılar Derneği internet sitesi: www.ormancilardernegi.org

Kitabı çevrimiçi okumak ister misiniz?

Özel not: Bu özel yazıma “Küçük Güzeldir” başlığını kullanmak istedim.

Neden mi?

İlk nedeni: E.F. Schumacher’in “Küçük Güzeldir (Önceliği İnsana Veren Bir Ekonomi Anlayışı)” adlı özel kitabı.

İkinci nedeni: Son dönemde beni en çok etkileyen yazarlardan olan Seth Godin’in son kitabının Türkçemize “Küçük Güzeldir” diye çevrilmesi.

Üçüncü nedeni: GEF Küçük Destek Programı (SGP) destekli küçük projelerin bende yarattığı büyük umut ışığı.

16şubat2015

Ankara

 

Türkiye’nin Yüz Akı: Camili Biyosfer Rezervi

 

Bir kere görmeye görün, mutlaka tekrar gitmek isteyeceğiniz yerlerden biridir Camili Havzası.

Doğal ve kültürel değerleri ile uluslararası öneme sahip, dostlukla karşılandığınız bir coğrafya.

1

Türkiye’nin 9 orman sıcak noktasından biri olan Camili (Macahel) Havzası Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından 2005 yılında “Biyosfer Rezervi” ilan edilmiştir. Türkiye’nin ilk ve tek biyosfer rezervi olan Camili Biyosfer Rezervi, sürdürülebilir kalkınma ve ekoturizm konularında örnek çalışmalarla Türkiye’de doğa koruma ve kalkınmanın bir arada olabileceğini gösteren en önemli bölgelerinden biri haline gelmiştir.

Camili Biyosfer Rezervi, rakım farkına (350 m-3500 m) dayalı olarak ortaya çıkmış olan çok değişik tür ve ekosistemleri içerir. Bölgede 23’ü endemik 990 farklı bitki türü yayılış gösteriyor. Doğal yaşlı ormanlar ve ılıman kuşak yağmur ormanları, alpin ve subalpin ekosistemler ve sucul toplulukları içeren ekosistem ve bitki özellikleri bulunan Camili yaban hayatı yönünden de zengindir. Boz ayı, çengel boynuzlu dağ keçisi, dağ horozu, Kafkas engereği, Kafkas semenderi, kırmızı benekli alabalık ve göçmen yırtıcı kuşlar Camili’nin eşsiz doğal çeşitliliğinin göstergeleridir. Dünyada bal üretiminde en çok kullanılan arı çeşitlerinden olan saf Kafkas arı ırkının yeryüzünde en saf haliyle bulunduğu ender bölgelerden biri burası.

3

Camili sahip olduğu zengin biyolojik çeşitliliğin yanısıra çok önemli kültürel ve tarihi değerlere sahiptir. Camili bölgesi, çeşitli dönemlerde Bizans, Selçuk, Moğol, Osmanlı İmparatorlukları ile Rusların, Gürcülerin ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimi altında bulunmuştur. Camili Havzası’nda dikkate değer arkeolojik ve tarihi kalıntılar Camili köy camisi, Efeler Köyü girişinde bulunan Kemer Köprü, Maral Köyü’ndeki Iremit Camii, Uğur Köyü’nde bulunan kilise ile Tamara Köprüsü ve iki eski hapishanedir. Halkın yıllarca izole bir yaşam sürmesi nedeniyle köylüler, günlük yaşamlarında, köy evlerinin ve ek yapılarının mimarisi ve yapılış tarzında, kullandıkları alet ve malzemelerde eski gelenekleri muhafaza edebilmişlerdir.

Camili Havzası, 2000 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Dünya Bankası işbirliğinde ve Küresel Çevre Fonu (GEF) desteği ile yürütülen “Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi” kapsamında pilot alanlardan birisi olarak seçilmiştir. Bu proje kapsamında yönetim planı hazırlama çalışmaları, halkın doğa konusunda bilinçlendirilmesi ve küçük hibe programları yoluyla halkın sürdürülebilir kalkınma konusunda desteklenmesi gerçekleştirilmiştir.

Kapalı bir havza olan Camili havzası ağır kış şartlarında merkez ile iletişimi kopan bir yerdir. Uzun yıllardır yöre halkı doğayla iç içe yaşamaktadır. Yöre halkı yaşamını devam ettirmek için doğaya bağımlıdır. İnsan –doğa ilişkisi geçmişten gelen geleneksel bilgi ve deneyim üzerine inşa edilmiştir. Bu deneyimlerin kayıt altına alınması ve başkalarına aktarılması için Biyosfer Rezervi en önemli araçlardan biri olmuştur.

Camili yöre halkı, korunan alanın kendi mevcudiyetlerinin varlığının devamı için gerekli olduğunun farkında.  Bu yüzden alanın sahip olduğu doğal kaynakların ve biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir kullanımına yönelik eylemlerin gerçekleştirilmesine yardımcı oluyorlar. Bu sayede hem doğanın korunması hem de sosyal ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi mümkün oluyor. Doğayı tahrip etmeden gerçekleştirilen arıcılık, bal üretimi, pansiyonculuk, rehberlik hizmetleri, organik tarım uygulamaları, geleneksel yemek ürünleri gibi faaliyetler yörede yaşayan insanlara alternatif gelir kaynakları yaratmış ve aynı zamanda Camili Bölgesi’ndeki biyolojik çeşitliliğin olduğu gibi korunması ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlamıştır.

Bölgede yürütülen dış kaynaklı projeleri UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun desteklediği projeler takip etmiş ve alanın markalaşması ve tanıtımı için önemli adımlar atılmıştır.

4

Camili Havzası Ekonomisi

Son yıllarda arıcılık havzada önemli bir gelir ve istihdam kaynağı haline gelmiş ve sektörde iyi bilinen ve kaliteli bir marka haline dönüşmüştür. Bölgede TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma) Vakfı tarafından gerçekleştirilen araştırma ve geliştirme projeleri öncesine kadar geleneksel yöntemlerle ve sadece bal üretimi için yapılıyordu. Bu araştırma ve geliştirme projeleri sonrasında uzmanlar tarafından bu havzadaki arıların yüksek verim sağlayan dünyadaki 3 önemli arı ırkından biri olan Kafkas arı ırkına ait olduğu belirlendi. Ayrıca, yapılan araştırmalar havzadaki arıların genetik yapısının alana yabancı arıcıların girmemesi sebebiyle değişime uğramadığını gösterdi. Havzanın bu potansiyeli, Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi kapsamında da bu konuya özel önem verilmesine neden olmuş ve yörede Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği çatısı altında havzadaki her köyün temsilcisinin olduğu ve bölgedeki üreticileri birleştiren bir arıcılık komitesinin kurulması sağlanmıştır. Havzadaki organik bal ve Kafkas ana arı ürünlerine 2010 yılında UNESCO Türkiye Milli Komisyonu’nun desteği ile sertifika ve patent alınmıştır. Ayrıca Camili Biyosfer Rezervi ismi ve logosu Türk Patent Enstitüsü tarafından Orman ve Su işleri Bakanlığı adına tescil edilmiş ve Bakanlık bu isim ve logo kullanım hakkını yöredeki üreticilere devretmiştir. Bugün havzada 188 hane arıcılıkla uğraşmakta ve her yıl 30 ton bal üretimi gerçekleştiriliyor.

Küresel bir prestij alanımız olan Camili Biyosfer Rezervi ve çevresinde son yıllarda özellikle ekoturizm konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiş ve hem Türkiye’den hem de dünyadan birçok kişi alanı ziyaret etmiştir. 2000 yılında havzayı ziyaret eden turist sayısı neredeyse sıfır iken, bu sayı havzanın Biyosfer Rezervi ilan edilmesi ile 1000’e ulaşmıştır. 2006 yılında aile pansiyonlarının sayısı 12’ye çıkmış ve bölgeye gelen ziyaretçi sayısı 2200’e ulaşmıştır. 2011 yılında ziyaretçi sayısı 6500’e ulaşmış ve bu sayı her yıl artıyor. Aile pansiyonları yöresel mimarinin en önemli özelliklerinden biri olan ahşap evlerdir. Evler yöresel mimariyi korumak amacıyla küçük değişiklikler ve onarımlar yapılarak aile pansiyonları haline dönüştürülmüştür. Yöre evleri sıcak ve misafirperver aile ortamı ile birlikte gelen ziyaretçilere temiz ve doğal konaklama imkânları sağlıyor.

Havzada hemen hemen her aile kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir tarlaya sahiptir. Bölgede mısır, fasulye, lahana ve sebze üretimi yapmaktadır. Fındık Camili Havzası’nın tarımsal ürünlerinde özel bir yer tutar. Camili fındığı kalitesi ve lezzeti nedeniyle marketler tarafından özellikle rağbet ve talep görüyor. Havzadaki fındık üretiminde kimyasal arım ilaçları kullanılmaz ve yıllık yaklaşık 300 ton fındık üretimi gerçekleştirilir.

2

Bir umut…

Biyosfer rezervi koruma yaklaşımı birbirini tamamlayan 3 temel işleve (koruma, gelişme ve lojistik) sahip olmasından dolayı dünyadaki diğer koruma yaklaşımlarından ayrılır. Camili Havzası’nın en önemli geçim kaynakları arıcılık ve ilgili ürünleri ile ekoturizm uygulamalarıdır.

Her iki konuda hem koruma, hem de sürdürülebilir kalkınma açısından birer fırsattır. Bu fırsatları iyi değerlendirmek ve yönetmek gerekiyor. Son yıllarda ülkemizde giderek önem kazanan “korunan alanlarda ekoturizm uygulamaları” bölgenin taşıma kapasitesi belirlenerek iyi bir hazırlık sürecinden geçilerek planlanmalıdır. Bölgenin doğal ve kültürel değerlerinin ekoturizm uygulamalarının merkezi olduğu unutulmamalıdır. Her türlü uygulama, başta bölgenin korunması amacıyla yapılmalıdır.

Hazırlanan ekoturizm planları bölgenin taşıma kapasitesini, konaklama, yeme-içme tesisleri, ziyaretçi yönetimi için gerekli patikalar ve tesisler ile yöre halkının ziyaretçilere yönelik kılavuzluk hizmetleri için standartlar geliştirmelidir. Katılımcı yöntemlerle hazırlanacak ve uygulanacak bu planların bölgenin korunarak kalkınmasına katkı koyacaktır. Bu konuda hem ülkemizde hem de dünyada birçok başarılı örnek mevcuttur. Bölgede yapılan başarılı çalışmalarla Camili Biyosfer Rezervi bu örnek alanlardan bir olma yolunda adımlar atıyor.

Türkiye’de mutlaka görülmesi gereken yerler listeniz varsa Camili Biyosfer Rezervi bu listenin en yukarılarında olmalıdır! Özellikle sonbaharda rengarenk görünümüyle sizleri bekliyor!

5

Biyosfer Rezervi nedir?

Uluslararası önem taşıyan kara ve su ekosistemlerine sahip alanlar Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), İnsan ve Biyosfer Programı kapsamında BİYOSFER REZERVİ olarak ilan edilir. Bu alanların temel amacı doğal kaynakların korunmasına yönelik sistemler ve modeller geliştirmek ve biyosfer rezervlerin içinde veya çevresinde yaşayan halk için sosyo-ekonomik alternatifler ve fırsatlar yaratmaktır.

Küresel olarak Biyosfer Rezervleri:

– Doğa ve insan aktiviteleri yönetiminin test edildiği ve başarılı uygulamaların yapıldığı örnek alanlardır,

– Rio+20 Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi sonuçlarının ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile ekosistem yaklaşımının uygulanmasında ülkeler için önemli bir araçtır,

– BM Sürdürülebilir Kalkınma İçin Eğitim On Yılı için öğrenme ve uygulama alanlarıdır.

2013 yılı verilerine göre dünyada 117 ülkede 621 biyosfer rezervi vardır. Bunlardan biri de ülkemizdeki Camili Biyosfer Rezervi’dir.

Biyosfer rezervlerinin 3 temel işlevi vardır:

Koruma işlevi: Genetik kaynakların, türlerin, ekosistemlerin ve peyzajların korunması;

Gelişme işlevi: İlk işlevle uyumlu bir şekilde sürdürülebilir ekonomi ve insan gelişiminin teşvik edilmesi,

Lojistik destek işlevi: İlk iki işlevi destekleyecek şekilde yerel, ulusal ve küresel ölçekte koruma ve sürdürülebilir gelişme konularıyla ilişkili örnek projelerinin, çevresel eğitim, öğretim ve araştırma çalışmalarının desteklenmesi.

6

Bu yazı Doğakaradeniz Dergisi’nin Kış 2014 sayısında yayınlanmıştır.

Fotoğraflar: Yıldıray Lise

2013 yılında Camili Biyosfer Rezervi’ni tanıtmak için İZ TV ile hazırladığımız Camili Biyosfer Alanı belgeseli ile bu güzide alanı daha iyi tanıyabilirsiniz!

Doğamızın Yabanıl Halleri: Korunan Alanlarımız

YL_valla kanyonu2

(Küre Dağları Milli Parkı, Valla Kanyonu)

Doğa koruma uzmanı olarak son yıllarda eğitimlerde en severek anlattığım ders “Hocam, korunan alan ne demek?” adını verdiğim derstir. Bu etkileşimli derste eğitime katılanların bilgi ve deneyimlerini harmanlayarak Türkiye ve dünyadaki korunan alanlarda bir yolculuğa çıkıyoruz. Bazı korunan alanı belgesellerden de olsa biliyor, bazıları Türkiye’de başta Milli Parkla olmak üzere bazılarını ziyaret etmiş, bazıları hemen yakınında yaşasa ve düzenli olarak ziyaret etse bile oranın bir korunan alan olduğunu bilmiyor.

Küre Dağları Milli Parkı çalışmaları sırasında tanıdığım Bartın Ulusluların Galip Amcası  “Madem, bu park, dünyaya armağan edilmiş, korumak için herkese görev düşüyor!” diyor. Galip Arslan, doğa koruma, sürdürülebilir kaynak kullanımı ve örgütlenme konularında bölgenin bilge kişisi. Yaşlı ama enerjisi ile birçok gence taş çıkartıyor. “Ulus Aşağıçerçi Güzelleştirme Derneği”nin başkanı olarak bölgenin Milli Park olarak koruma altına alınma sürecini en başından beri desteklemiş ve son yıllarda da kadınların örgütlenmesi ve ekoturizm, doğal üretim konularında kendilerini yetiştirmelerine önem veren çalışmalar yapan biri. Çalışmalarının diğer önemli hedef kitlesi ise “Panda Çocuk Kulübü” çatısı altında bir araya gelen ve seslerini Vali’ye bile duyuracak kadar cesur çocuklar…

Galip Arslan

(Galip Arslan)

Dünyada doğanın, kültürel değerlerin ve ekosistem hizmetlerinin korunması için ilan edilen farklı alan koruma statüleri var. Bunların ortak noktası devlet ve toplum tarafından özel koruma değerlerine sahip olan karasal, sucul ya da denizel alanlar olarak tanınması ve de korunmaları için bazı önlemler alınması gerekliliğidir. Dünyadaki en yaygın kullanımıyla korunan alanlar, Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından şöyle tanımlanıyor: “Doğanın ve ilişkili ekosistem servisleri/hizmetleri ve kültürel değerlerin uzun vadeli korunması amacıyla açıkça tanımlanan ve bilinen coğrafi sınırları olan, kendini bu alana adamış kişilerin olduğu, yasal veya diğer etkin yöntemlerle yönetilen alandır.”

Dünyada biyolojik çeşitliliği ve besinlerimizi korumak; toplumun dinlenme ve eğlenme gereksinimini karşılamak; Su, toprak ve hava gibi yaşam destek sistemlerini korumak ve doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi gibi temel ihtiyaçlarımız için korunan alanlara ihtiyacımız var. Korunan alanlar doğa korumanın en temel taşlarından biri olarak önemli yaşam alanlarının ve doğal kaynaklarının korunduğu ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin uygulandığı bölgelerdir. İçme suyu, balıkçılık ve ormancılık gibi insanların sosyal ve ekonomik refahı için gerekli doğal kaynakların korunmasını sağlarlar. Korunan alanlar olmaksızın dünyamızın sağlıklı bir geleceği olabileceğini düşünmek bile mümkün değildir.

Son 40 yılda yapılan çalışmalarla dünyadaki korunan alanların toplam sayısı 200.000’i aşmıştır. Bu oran, dünya yüzölçümünün yaklaşık %14’üdür. Bunlardan ise yaklaşık %30’u etkin olarak yönetilmektedir. Diğerleri sadece kağıt üzerinde mevcutturlar.

Alan koruma statüsü deyince aklımıza ilk olarak “Milli Park”lar gelmektedir. Dünyadaki ilk milli park 1872 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde ilan edilen “Yellowstone Milli Parkı”dır. Bu koruma anlayışı 20. yüzyılda tüm dünyada yaygınlaşmıştır.

Ülkemizin ev sahipliği yaptığı biyolojik çeşitlik değerleri ve önemli doğa alanlarının bir kısmı farklı koruma statüleriyle koruma altına alınmıştır. Bu koruma statülerinin bir kısmı ulusal mevzuatımıza göre, bir kısmı da uluslararası sözleşmelere dayanarak oluşturulmuştur. Bugün, Türkiye’de yönetimi farklı kurumlar tarafından gerçekleştirilen, farklı türlerde pek çok koruma alanı bulunmaktadır. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın merkezi ve yerel teşkilatları farklı koruma statüleri altında Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin korunması yönünde çalışmalar yürütmektedir.

Türkiye’de korunan alan ilanı çalışmaları 1950’li yılların ikinci yarısında başlamış ve 1958 yılında Yozgat Çamlığı Milli Parkı ilan edilmiştir. Bugün, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık %6’sı farklı korunan alan statüleriyle koruma altındadır. Bu sayı dünyadaki tüm korunan alanlar ele alındığında ortalamanın altındadır. Küresel stratejiler her ülkede bu oranın en az %10 olması gerektiğini gösteriyor.

2873 sayılı Milli Parklar Yasası’nda (Madde 2/a) “Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçalarını” olarak tanımlanan ve bugün daha çok doğa turizmi ve ekoturizm ile öne çıkan Milli Parklar korunan alanlarımızın en güzel örneklerini oluşturur. Türkiye’de Milli Parklar deniz ve kıyılardan, dağlara; deltalardan, ormanlara ve yaylalara; bozkırlardan, göl ve akarsu sistemlerine; derin vadiler ve kanyonlardan buzullara kadar çeşitli ekosistemleri temsil eder. Yani denizlerden Ağrı Dağı’nın doruklarına, sulak alanlardan bozkırlara, şehrin hemen yanında veya el değmemiş coğrafyalarda çok farklı alanlardan 40 güzide alan. 40 Milli Park içinde en küçüğü 267 hektar yüzölçümü ile Yozgat Çamlığı Milli Parkı ve en büyüğü 88.014 hektar ile Ağrı Dağı Milli Parkı’dır.

nemrutdagi2

(Nemrut Dağı Milli Parkı – Dünya Miras Alanı)

Son yıllarda korunan alanları sayıları giderek artsa bile dünyadaki türleri ve yaşamalarının kaybı hala devam ediyor. Dünyada ve Türkiye’de ulusal korunan alanlar ağını oluşturma ve yönetmelerinde çok önemli eksiklikler vardır. Özellikle Türkiye için daha çok alanın korunması özellikle deniz-kıyı, nehir ve bozkır habitatlarında yeni korunan alanlar ilan edilmelidir. Tüm korunan alanlarımızın etkin yönetimi günümüzde en önemli hedefimiz olmalıdır. Birçok sektör için önemli olan bu alanların markalaşarak bölgesel veya küresel en iyi uygulamalar arasında yer alması mümkün olabilir.

Ülkemizdeki birçok olumsuzluk ve yetersizliklere rağmen uzun yıllar çalıştığım Küre Dağları Milli Parkı’nın bugün Avrupa çapında elit korunan alanlar sertifikası aldığını görmek ümidimi artırıyor. Küre Dağları Milli Parkı “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi” kapsamında yapılan çalışmalarla 2012 yılında PAN Parks (Korunan Alanlar Ağı Parkları) sertifikasını alan ilk milli parkımız oldu. Yani, Avrupa’nın olağanüstü doğal güzellikleri ile turizm arasında karşılıklı denge ve uyuma dayalı bir korunan alanlar ağı oluşturmak ve korunan alanların yönetiminde kalitenin arttırılmasını teşvik etmek amacını taşıyan PAN Parks ağının üyesi oldu.

Bölgede çalışmaların daha etkili olması için “Örgütlü toplum, güçlü toplumdur” diyen Galip Amca bölgede birçok derneğin kurulmasına da öncülük etti. Küre Dağları Milli Parkı çevresinde şimdi Galip Amca gibi birçok kişi ve Aşağıçerçi Derneği gibi birçok dernek var. Hepsi de parkın daha iyi korunması ve yönetilmesini istiyorlar ve milli parkın bölgelerine olan ilgiyi artırdığını söylüyor. Son görüşmemizde Galip Amca biraz daha umutluydu. “Milli park elimizde bir meşale gibi yolumuzu aydınlatıyor! Şimdi, PAN Parks sertifikası ile yolumuzu daha iyi aydınlatan ikinci meşalemiz oldu!” cümlelerinde gördüm bu umudu.

Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği üzerindeki tehdit ve baskılar giderek artıyor. Mevcut politikalar, korunan alanların etkisini azaltmaya yönelik olsa bile, zaman korunan alanlara sahip çıkma zamanıdır. Gezi Parkı olaylarının başlattığı süreç TBMM’nin gündeminde olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu’nun gündemden çekilmesine sebep oldu.  Avrupa Birliği müktesebatına uyum sürecinde hazırlanan bu kanun başta 121 sivil toplum kuruluşunun üye olduğu Tabiat Kanunu İzleme Girişimi olmak üzere birçok kurum tarafından eleştirildi. Gezi Parkı ile başlayan bu çevre ve yaşam hakkı duyarlılığı süreci Türkiye’nin doğasının korunması, korunan alanlara verilen önemin artması ve sürdürülebilir kaynak kullanımı için de güzel bir adım olabilir.

Başta Milli Parklar olmak üzere tüm korunan alanlarımızı özellikle devletin merkezi ve yerel teşkilatında çalışan herkesin görmesi ve değerinin bilmesi gerekiyor. Bu alanlarla ilgili verilecek her türlü koruma veya kullanma kararları böylece daha sağlıklı verebilir. Geleceğimizin garantisi olan gençler ise sonraki yıllarda sosyal medyada “#direnmilliparklar” yazmamak için buraları görmeli, bu alanları sahiplenmeli ve korunmaları için çalışmalıdır.

Bu yazının uzun hali GEO Dergisi’nin Temmuz 2013 sayısında yayınlanmıştır!

Faydalı linkler

www.milliparklar.gov.tr

www.kdmp.gov.tr

www.panparks.org

Rio+20 Günlüğüm

Gün 0. (17 Haziran 2012 – Yolculuk)

Uzun bir yolculuktan sonra (24 saate yakın sürdü evden ayrılıp otele varmam) gece yarısına doğru vardım Rio de Janeiro’ya. Havalimanında Rio+20 afişleri ve Brezilya Maden ve Enerji Bakanlığı’nın sürdürülebilir enerji ve barajlarla ilgili bilgi panoları karşıladı hepimizi. Brezilya Hükümeti için Rio+20 Konferansı’nın bu konular açısından önemli olduğunu daha ilk adımda anlıyoruz. Türkiye ve Brezilya’nın bu konulara hükümet olarak verdikleri öncelikler açısından da birbirlerine benziyor doğrusu.

Ankara’dan beri TRT ekibi, bakanlıkların temsilcileri ve en son da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile beraber geldik. Her havalimanında görevliler ve gönüllüler sizi karşılıyor ve iyi bir şekilde yönlendiriyor.

Sanki dünya için bir eşik noktasındayız gibi hissediyorum. Belki de fazla şey yükledim bu Konferansa. 1992 Rio Zirvesi sonrası yapılanları ve daha çok da yapılamayanları görünce bu Konferans hem bir umut, hem de biraz soru işareti.

Otelde kafamı yastığa koyar koymaz uyurum derdim ama SPORTV’de kadın milli voleybol takımımız, Brezilyalı koç ve Boğaz’ı anlatan bir programa rastladım. Sonra kesik kesik de olsa uyuyup sabahı buldum.

Umarım bu bir hafta tüm dünya ve Türkiye için faydalı çıktılarla sona erer.

18haziran2012 (Rio de Janeiro’da ilk sabah)

Daha önceki yazım: https://yildiraylise.wordpress.com/2012/02/29/1992-20-2012/

Fotoğraflar: Yıldıray Lise(Rio de Janeiro havalimanı).

1992 + 20 = 2012

Parmaklarımla tek tek saydım. Evet tam 20 yıl olmuş!

Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yapılan “Dünyayı kurtaralım!” söylemli 1992 Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan (UNCED) bu yana.

Hatta Rio Yeryüzü Zirvesi olarak bile anıldı bu konferans yıllarca.

Önemli bir mihenk taşıydı dünya için.

Bugün dünyada çevre konusunda duyarlılık artmış, ülkeler ve özel sektör bu konuya daha da ilgili olmuş.

Dünyanın her yerinde sivil toplum kuruluşları daha da güçlenmiş.

2010 yılı için geri sayım hedefleri konulmuş yok oluşu durdurmak için! Sonra hadi olmadı 2020 olsun denmiş! Yeni hedefler…

Bir sürü hedef… Hayal kırıklıkları… Açlık devam ediyor…

Peki dünyayı kurtardık mı? Bu sorunun cevabını herkes kendi versin!

Bu sene 20-22 Haziran tarihlerinde RİO+20 Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı ile dünya yeni bir yön mü çizecek?

Bekleyip göreceğiz cevabı.

Hep dediğim gibi… Bir umut!

Daha detaylı bilgi için

Bahtiyar Kurt’un kaleminden bu konuda detaylı bilgiler: http://bahtiyarkurt.wordpress.com/2011/10/31/rio-20-nedir/

Tüm dünya Haziran ayındaki konferansa hazırlanıyor: http://www.uncsd2012.org/rio20/index.html

Peki Türkiye ne tür hazırlıklar yapıyor? Bu sorunun cevabını şu sayfalarda bulabilirsiniz: http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?WebSayfaNo=3667

Ben sürdürülebilir kalkınmayı destekliyorum: Yildiray Lise from Ankara, Turkey

Siz de destekleyin! http://www.uncsd2012.org/rio20/index.php?page=view&type=12&nr=278&menu=14&me=3112

28şubat2012