BAVULUMDAN ÇIKANLAR

Melek Cavlı’nın İngiltere dönüşü bavulundan çıkanların listesi

1

-Luton Havaalanı-

[Konuk Yazar: Melek Cavlı]

Hep yolculuğa çıkarken liste yapılır, yapılanların üzeri çizilir ya da yanlarına bir tik atılır.

Bu sefer benimki dönüş listesi oldu.

Hem uzun süredir görülmeyen arkadaşla hasret gidermek, hem de bir hudut dışı ülkesi görmek niyetiyle her 9.00-18.00 çalışanın yaptığını yapıp bayram tatili birleştirilerek izin uzatma taklaları sonucu kendimi Londra Stansted Havaalanında buldum.

İngiltere sonrası bavuldan çıkanlar, kendiliğinden bir liste oluşturdu.

Bu listenin acelesi yoktu!

Yapılacakların sırası, önceliği yoktu.

Gayet sakin bir şekilde günyüzüne çıktılar.

2

-Hyde Park-

Taze hava

İçime çekmeye doyamadım… Bizim Karadeniz havasını andırıyor ama daha tazesi…

Kötü Su

Şişe suyun sertliği enterasandı… Bizimkilere haksızlık etmeyelim…

Çeşit çeşit sandviç

Kısaca sandviç memleketi İngiltere…

Vejeteryanından, tavuklusuna, balıklısına her tür mevcut. Sandviç satan mağazalar her köşede karşıma çıktı.

Katlanır bisiklet

Her yaş, her kıyafet, her hava buna müsait. Mini etekle bisiklet binme özgürlüğü var memlekette…

3

-Londra-

Bira

Bu çok yer kapladı, açık-koyu rengi, acısı-tatlısı çeşit çok… Favorim “Guinness” ve “Cider”dı!

4

Fish and chips

Yemeyeni dövüyorlardı, yiyip dayaktan kurtuldum! Taze okyanus balığını okyanusa karşı yemek ayrı bir keyif.

5

-Whitstable-

Şapkam

Her an bir kraliyet düğününe katılırsam şapkam hazır olsun istedim, örf ve adetlere önem veriyorum sonuçta!

6

-Camden Market-

Otobüs, metro, tren biletleri

“Bu Londra’nın trafiği bitmez arkadaş!” diyemedim maalesef, İstanbul’dan hazırlıklıydım oysa. Trenler hızlı olduğu kadar pahalı da ama buna değer!

7Yağmurluk

Şemsiye kullanmayı sevmemek sadece lafta kalır. Yağmurluk ya da şemsiye her an bir İngiliz’in çantasından çıkabiliyor.

Brit Rock

The Beatles, Rolling Stones, Amy Winehouse her yerde… Gözler Morrissey’i aradı durdu…

8

-Beatles Coffee Shop
St. John’s Wood Underground Station – Londra-

Kartpostallar

Nazikçe yalvarışlar sona erdi ve sonunda kendi kartpostallarımı kendim gidip aldım hudut dışından… Harne Bay, Londra, Canterbury, Whistable, Cambridge artık koleksiyonumda..

9

Kurşun kalemler, kitap ayraçları

National Gallery, National Portrait Gallery, Gulbenkian, British Library, Tate Modern, Cambridge vb.

10

Harita

Rehberlerim çok ve yetenekliydi! Aldığım haritaları hatıra kontenjanından saklarım artık.

Sessizlik

Kornasız metropolitan varmış gezegende! Pazar sessizliği her gün yaşanıyor. Hoş, biz artık Pazar sessizliğini de yaşayamıyoruz şehr-i İstanbul’da…

11

-Canterbury-

Kibarlık

Yolda omuz atan çıkmadı oysa zırhımı yanımda götürmüştüm.. Teğet geçip giden İngiliz’in “sorry, sorry..” nidaları hala kulağımdadır..

Güleryüz

Tanımadığım bunca insan bana niye gülümsüyor?!! Gözgöze geldiğim herkeste hafif bir tebessüm, bir selam verme, bir merhaba deme durumları vardı. Acaba bana mı diyor, yoksa arkamda tanıdık birini mi gördü şüphesi olmadı değil… Sonra duruma alışıldı tabi… “Soğuk İngiliz” görmedim nihayetinde…

Kahverengi okyanus ve bol bulut

Aslında bunları bavula koymayacaktım, yeterince mavi ve parlak değildi, sızmış bir şekilde! Şimdi anlıyorum neden bu kadar çok İngiliz’in Türkiye’nin güneyine yerleşmesini…

12

-Herne Bay-

Ters otobüs durakları

Sırf insana verilen kıymet görülsün diye taşıdım bunu bavulda, anlam ve önemi oldukça ağırdı.

13

-Herne Bay-

Parklar

#Gezi yıkılırsa hemen yerine koyayım diye koydum bavula… İçindekilerle birlikte koymak lazımdı bavula ama onca özgür insanı Türkiye’ye getirip o insanlara hayatı zindan etmeyeyim dedim. Onlar yine bisiklete binsin, parklarda uzansın, oyunlar oynasın, özgürce konuşup fikirlerini paylaşsınlar istedim.

14

-Cambridge-

Kurallar

Yassahları delmeye çalışan bir cins yaşamıyor İngiltere’de… Müze’de inadına fotoğraf çekmeye çalışıp nasıl kurallar “delinemez”i test ettim. Hoop hemen bir görevli yanıma gelip kibarca uyardı. Türklüğüme vermiştir bu davranışımı kesin…

Çay

Sütlüsü farklı deneyimdi tabi ancak asıl soru; “İngilizler çay içiyor da, biz ne içiyoruz acaba?”ydı. Earl Grey, Lady Grey, Yorkshire Tea, English Breakfast Tea, Twinings, Yumchaa Earl Grey Blue Star tadı damağımda kalanlar…

15

-Leas Cliff Hall, Folkestone-

Kraliyet üyeleri

Çok kalabalık aile, sadece yeni doğanı sığdırabildim bavula, o da her yerde karşıma çıkıyordu, markette uyurken yakaladım.

16

-ASDA, Canterbury-

Geri dönüşen ülke

Bu madde için ayrı bavul satın aldım. Tek bir bavula bu sistemi sığdıramazdım. Evler, mağazalar, yollar her yerde herkes maksimum düzeyde tüketileni geri dönüştürmeye programlanmış…

17

-Canterbury-

Hibrid otobüs

Biz otobüslerin sadece rengini yeşil yapabildik oysa! Dışı kırmızı ama fonksiyonu yeşil otobüsler her yerdeydi…

18

-10 Downing Street-Londra-

Mimar

Şehri binalara hapsetmeyiz, eskileri dimdik ayakta tutarız dediler, kaptım getirdim!

19

-Victoria Street, Londra-

20

-St Pancras Hotel, Londra-

Tarım

Köylü hala oralarda efendi sanırım, üretim devam ediyor, sanıldığı gibi sadece tüketim memleketi olmamış İngiltere…

21

-Folkestone yolu-

 

Yazı ve Fotoğraflar: Melek Cavlı

Eylül 2013, İstanbul

22

-Southbank Civarı, London Eye-

Melek Cavlı’nın blogumdaki diğer yazıları:

Yalnız Değildi Çocukluğum

Kadınlarım

Ama Arkadaşlar İyidir!

Önder Cırık yürüyor! Neden yürüyor? Nereye yürüyor?

Yolun açık olsun dostum!

Önder Cırık: “Yaptığım şey, 3-5 kişinin bile dikkatini çekip harekete geçirse, ne mutlu bana. Hele eylemimden birileri ilham alıp benzerlerini yaparsa daha da geniş kesimlere ulaşmamız mümkün olacak. Yürüyüş bittiğinde “zor” ve “üşenme” kelimeleri lügatımdan çıkmış olabilir.”

onder1

Dostum Önder Cırık, 26 Ağustos günü Afyonkarahisar Kocatepe’den yola çıktı ve İzmir’e doğru yürüyor.

Neden mi yürüyor? Cevabı aşağıdaki cümlelerde.

Sabah erken ve akşamüstü yürüyerek şu ana kadar 175 kilometrelik uzun bir yol katetti. Öğle saatlerinde Twitter ve Instagram üzerinden birçok önemli bilgiyi ve gözlemini paylaşıyor. Akşamlar ise dinlenme ve blog için yazı vakti oluyor.

9 Eylül günü İzmir’e varacak olan Önder ile yürüyüşü ile ilgili bir söyleşi yaptık.

Söyleşi için kendisine ulaştığımda Uşak’ta 175 km bakımı için dinleniyordu. Akşamüstü yine yollara düşecek.

onder2

Blogunda ve Twitter’da #KocatepedenIzmire tabelası ile yorumlarını ve fotoğraflarını anlık olarak paylaşıyor. Hem eğlenceli, hem öğretici bir yanı var Önder’in. Mutlaka takip edin derim!

Belki tüm bu yaşananlar bir kitap olarak çıkar karşımıza.

Yıldıray Lise (YL): Yürüyüş fikri nasıl ortaya çıktı?

Önder Cırık (ÖC): Yürüyüş fikrim hep vardı, ama şimdi yapmak yoktu. Bir gün Kocatepe’den İzmir’e yürüme fikrim yaklaşık bir senedir var. Fakat şimdi yapmama neden olan iki şeyden biri Ali İsmail Korkmaz’ın polis ve sivillerce öldürüldüğü görüntüleri izlemem ve Antalya’dan Gezi Parkı’na adalet yürüyüşü yapan 4 gence 6 otobüs dolusu polisle yapılan saldırı.

Yıldıray Lise (YL): Bu güzel yürüyüşün amacı nedir?

Önder Cırık (ÖC): Yürüyüşümün üç amacı var:

1. 3 aydır süren polis şiddeti ve şiddetin adeta ödüllendirilmesi

2. %10 seçim barajının kaldırılması, çünkü milyonlarca insanın mecliste temsil edilememesi

3. 10 yıldır tüm şiddetiyle devam eden doğa, tarih ve kültür katliamı.

[Neden yürüdüğünü Önder daha detaylı olarak blogunda Neden Yürüyorum? adlı yazısında anlatıyor. Aynı yazının İngilizcesi de var blogunda Why am I hiking?]

Yıldıray Lise (YL): Bugüne kadar yolda karşılaştığınız zorluklar neler oldu?

Önder Cırık (ÖC): İki topuğumun su toplaması dışında pek bir zorlukla karşılaşmadım. Yola çıktığım Kocatepe’den Uşak’a kadar konaklama yapılabilecek yer de yoktu. O nedenle 4 gün duş alamadım.

Yıldıray Lise (YL): Yol boyunca ilginç gözlemleriniz olmuştur. Birkaçını paylaşır mısın lütfen?

Önder Cırık (ÖC): Daha önce de gözlemlediğim, fakat bu sefer tamamen emin olduğum bir gözlemim var. İnsanımızın ölçü, mesafe algısı hakikaten yok. Çok uzak dedikleri 2 km, aha şurası dedikleri yere 14 km yürüdüm.

Tek başıma olduğum için yürürken haberlerde, internette kullanılacak fotoğraf çekemiyorum.

Pek tarih bilinci de yok insanımızın. Şöyle bir diyalog geçti bir tanesiyle:

-Yolculuk nereye?

-İzmir’e

-Yürüyerek?

-Evet yürüyerek.

-E bitmez ki o yol. Ne zaman varcan ya?

-9 Eylül Allah kısmet ederse

-Niye 9 Eylül?

-10 Eylül’de mesai var da

– Haaaa!

Yıldıray Lise (YL): 9 Eylül’de İzmir’e varınca kendine ne gibi değişiklikler olacak sence?

Önder Cırık (ÖC): Ayaklarımda bayağı bir değişiklik olacağı kesin. Kendimde ise sanırım bitirmenin gururu ve mutluluğu olur. Yaptığım şey, 3-5 kişinin bile dikkatini çekip harekete geçirse, ne mutlu bana. Hele eylemimden birileri ilham alıp benzerlerini yaparsa daha da geniş kesimlere ulaşmamız mümkün olacak. Yürüyüş bittiğinde “zor” ve “üşenme” kelimeleri lügatımdan çıkmış olabilir.

onder_harita
(Önder bugüne kadar bu kadar yürüdü!)

Yıldıray Lise (YL): Yürüyüş sonrası bu çabalarını nasıl devam ettirmeyi düşünüyorsun?

Önder Cırık (ÖC): Öncelikle her gün yazdığım bloğu derleyip toplamayı, belki ufak bir kitap haline getirmeyi düşünüyorum. Çünkü konuştuğumuz, Twitter’da yazdığımız paylaştığımız şeyler daha o gün uçup gidiyor. Ama bir kitap halinde yayınlanırsa çok daha geniş kitlelere ulaştırabilirim. Belki İngilizceye de çeviririm.

Yıldıray Lise (YL): Bu yürüyüşü takip etmek isteyenler seni nasıl izleyebilir?

Önder Cırık (ÖC): Yürüyüşümü anlık takip etmek için: https://twitter.com/ondercirik [@ondercirik]

Günlük yazılarımı okumak için: www.ondercirik.com

Fotoğraf ve video paylaşımlarım instagram’da: http://instagram.com/ondercirik [@ondercirik]

Önder blogunda her günü eğlenceli bir şekilde uzun uzun anlatıyor:

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 1 (26 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 2 (27 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 3 (28 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 4 (29 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 5 (30 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 6 (31 Ağustos 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 7 (1 Eylül 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 8 (2 Eylül 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 9 (3 Eylül 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 10 (4 Eylül 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 11 (5 Eylül 2013)

–       Kocatepe’den İzmir’e Gün 12 (6 Eylül 2013)

–       9 Eylül 2013 günü Basın Açıklaması

 

Bu yürüyüş ile ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz sosyal medyanın olanaklarını kullanarak Önder Cırık’ı takip edin derim.

Yolun açık olsun dostum!

01eylül2013 (Dünya Barış Günü’nde yayınlandı ve sonra Önder’in günlük yazılarının linkleri ile güncellendi.)

Fotoğraflar ve harita: Önder Cırık arşivi

 

Önder’in yürüyüşü ile ilgili bugüne kadar medyada çıkan seçme haberler:

Taraf Gazetesi: “Afyon’dan İzmir Körfezi’ne protesto yürüyüşü yapacak” 

Ulusal Kanal: “Yıkıma karşı tek başına Kocatepe’den İzmir’e yürüyor!” 

ATLAS Dergisi internet sitesi: “Önder Cırık neden yürüyor?” 

Sol Portal: “Bu kafayla biz metrobüs hattında daha çok angus kovalarız!” 

Bir yeri yazmak oraya sahip çıkmaktır.

kdmp

Bugün, bir Nisan ayı pazarı.

Sabah ATLAS Dergisi’nin 20. yıl özel dergisine tekrar baktım.

Gün içinde TRT’de Ara Güler’in Afrodisyas belgeselini seyrettim.

Sonra Haluk Şahin’in yeni kitabını tanıttığı tweetini gördüm.

Son cümlesi  “… Bir yeri yazmak oraya sahip çıkmaktır.” idi.

ATLAS Dergisi’ni okuma zevkinden sonra üst üste iki usta da bir yeri anlatmanın, yazmanın, fotoğraflanmanın aslında o yere sahip çıkmak olduğunu ne de güzel anlatıyordu.

Başta Küre Dağları Milli Parkı olmak üzere yazılarım, danışmanlık yaptığım belgeseller ve blogum geldi aklıma.

“Hiçbirşey yapmasam bile bu yazılarımla en azından derdimi anlatıyorum” dedim kendime.

İşim gereği Türkiye’yi ve dünyayı gezmenin ne kadar önemli olduğunu tekrar anladım. Tüm dostlarıma, gördüğüm ve gezdiğim tüm yerler için şükran duydum.

Sonra içimden geçirdim: Umarım herkes çevresine, sevdiği yerlere sahip çıkar ve anlatır…  Fotoğraf çeker, video çeker, yazılar yazar…  Derdini ve o yerleri anlatır… Anlatır…

Bu konuda emek veren herkesin ellerine sağlık diyorum.

salda_golu

21nisan2013

Fotoğraflar: Yıldıray Lise (üst: Küre Dağları Milli Parkı; alt: Burdur Salda Gölü)

Ankara için erguvan vaktiydi!

Ne zaman Nisan ortası gelse heyecanlanırım.

Erguvanlar belirir Ankara’nın her yerinde

Mis kokulu leylaklar, güzel ılgınlar ve mor salkımlar da aynı zamanda açarlar.

(Kuveyt – Güvenlik caddeleri köşesi)

İşte en güzel zamanlarıdır Ankara’nın benim için.

Tüm Ankara sokakları mora bürünür.

Eski semtler ve mahalleler bu ağaçlar için en güzel yerler.

 

En güzelleri nerde?

Uzun süredir tek tek biliyorum özellikle erguvanları. Bazen gider konuşurum tek bir ağaçla veya topluluk halindeki ağaçlarla.

İşte size önerilerim: Kavaklıdere, A. Ayrancı, büyükelçiliklerin bahçeleri, Bahçelievler, Maltepe-Anıttepe, Ümitköy ve Konutkent çevresi, Yenimahalle, Dikmen, Kızılay, Esat ve GOP, Ankara Üniversitesi ve ODTÜ yerleşkeleri, TBMM bahçesi ve Milli Egemenlik Parkı, devlet kurumlarının bahçeleri ve küçük de olsa birçok park.

Hey Ankaralı en güzel zamanıdır Ankara’nın

Nisan ortası gelince hep bakar ol çevrene

Bir sokak köşesinden sana gülümser bu ağaçlar.

6mayıs2012

Fotoğraflar: M. Hakan Baykal, 1 Mayıs 2012, Ankara

(Protokol yolu ve Polonya Büyükelçiği bahçesi)

(Meneviş sokakta bir ev)

Fotoğraf karesinden uzun metraj film yönetmenliğine – M. Hakan Baykal öyküsü

(Fotoğraf: Hakan Baykal – “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi çekimlerinden)

Uzun yıllardır tanırım M. Hakan Baykal’ı.

Son dönemde aynı çatı altında çalıştığımızdan daha fazla görüşür olduk…

Dostluğumuz daha da pekişti.

Kendisini fotoğrafçı olarak tanıdım sonra öğrendim ki müzikle de uğraşıyor.

2011 yılında da ilk filmini yönetti.

Bazı sahneleri benim evde çekildiğinden değil ama nihai ürünü görmek için dört gözle filmin vizyona girmesini bekliyoruz!

Sizlere bu çok yönlü insanı tanıtmak için bazı sorular sordum ve cevaplar aldım.

Keyifli okumalar diliyorum!

Y.L: Sevgili Hakan, seni güzel sanatlardaki başarılarınla tanıdım ben. Biraz kendinden ve çalışmalarından bahseder misin lütfen?

H.B: Sanata olan merak hep çocuk yaşlarda başlıyor sanırım. Televizyonun tek kanal olduğu ve henüz köylere gitmediği yıllarda teyzemin eşinin film makinesi vardı, köy ve kasabaları dolaşır sinemayı oralara ulaştırırdı.

Tabii ki o filmleri evde bize seyrettirirdi önce. Aynı zamanda da serbest muhabirlik yapar, gittiği yerlerdeki ilginç olayları belgeler ve gazetelere haber yapardı. Benim sinema ve fotoğrafla olan tanışıklığım böyle başladı.

Babamın aldığı Lubitel marka çift objektifli fotoğraf makinesiyle ilk fotoğraflarımı çekmeye başladım. Üniversitede Lisans ve Yüksek Lisans sırasında seçmeli ders olarak görsel sanatlarla ilgili dersleri almaya gayret ettim, hem fotoğrafçılık, hem de sinema dersleri aldım.

Daha sonrasında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) ve Fotoğraf Sanatı Kurumu (FSK) üyelikleriyle fotoğraf, hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu. Yaklaşık 10 yıldır da fotoğraf dersleri veriyorum.

 (Fotoğraf: Hakan Baykal arşivi)

Y.L: Bir mimar olarak fotoğraf maceran nasıl başladı ve gelişti?

H.B: Fotoğrafla olan bağlantım aslında üniversite yıllarımdan daha öncelere dayanır ama mimar olmamın da görsel sanatlara yakınlaşmamdaki katkısı büyüktür. ODTÜ Mimarlık yıllarımda Prof. Dr. Jale Erzen ve Fatih Orbay’ı tanımam, İstanbul’a ve Ege’deki antik kentlere yapılan teknik geziler fotoğrafa olan sevgimi perçinledi. Önceleri mimari fotoğrafa olan ilgim zaman içerisinde doğaya ve insana yöneldi.

Y.L: Son dönemde “Melek Yoksa Şeytan mı?” adlı filmin yönetmenliğini de yaptın. Filmle ilgili kısaca neler söylemek istersin?

H.B: “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi, ilk uzun metraj filmim olacak. Daha önceleri kısa film yapıyordum. Şule Ataman (ki filmin senaristlerinden birisidir) sayesinde yine kısa filmlerle uğraşan Zaim Güvenç ile tanıştım. O sıralarda bu filmin senaryosu üzerinde çalışıyorlardı. Filmi Zaim ile ortak yönetmeye karar verdik. 2011 Mayıs ayında senaryo oluştuktan sonra oyuncu seçmeleri yaptık ve seçilen oyuncularla yaklaşık 3 ay deneme çalışmaları yaptık. 15 Ağustosta da çekimler başladı. Filmin çekimlerini toplam 45 çekim gününde tamamladık, şu anda montaj aşamasındayız. Bir yandan da filmin müzikleri hazırlanıyor. Bazı ünlü sanatçılar şarkılarının filmde yer almasına izin verdiler. Bir tane de sözlerini Şule Ataman’ın yazdığı, benim bestelediğim bir tango parça yer alacak filmde.

Çok kısa olarak anlatırsam, film, iki genç kızın hayatları üzerinden günümüzde insanların düşünce ve davranışlarındaki kırılma noktalarını ve dönüşümleri anlatıyor.

Y.L: Fotoğraf ve film çekmek senin için önemli. Bunları yapmaktaki amacın ne? Bu sektörde kendini nerede görmek istiyorsun?

H.B: Aslında sadece fotoğraf veya sinemaya ilginin ötesinde bir şey bu. Sanat kavramı benim için çok değerli. Çocukken çevremdeki çocukların pek çoğu sporculara (futbolculara) hayranken ben hep sanatçıları örnek aldım kendime. Bir müzisyen, bir heykeltıraş, bir mimar olmayı düşlerdim hep.

Maddesel ya da konumsal olarak her hangi bir hedef koymadım kendime. Bu benim hedefsiz olduğum anlamına gelmiyor tabii ki. Sektörde kendimi görmek istediğim yer öncelikle beni mutlu edecek ve kalıcı olmasını umduğum güzel eserler verebilmek.

Y.L: Bugüne kadar en çok keyif aldığın çalışman hangisiydi?

H.B: Fotoğraf ya da film çekmek zaten keyif veren bir uğraş genelde.  Müzisyenlerle ilgili bir fotoğraf çalışmam var. Henüz sergilenmedi ama fotoğraflar çoğaldıkça beni çok mutlu ediyor. Fırsat bulduğumda sergisini açmak istiyorum.

Ayrıca, “Melek Yoksa Şeytan mı?” filminin çekimleri bazen sıkıntılı geçse de genel olarak büyük keyif alarak yaptığım bir çalışmaydı.

Y.L: Fotoğrafların birçok yerde yayınlandı. Bu yayınlardan en çok hangisi seni mutlu etti?

H.B: National Geographic dergisinde yayınlanan “Kuş gözlemleyen çocuklar” fotoğrafım beni mutlu etmişti.

Y.L: Türkiye’de birçok yerde fotoğraf çekimleri yaptın.  Başından ilginç olaylar geçmiştir mutlaka. Bunlardan birkaçını bizimle paylaşır mısın lütfen?

H.B: Öğrencilerimle Ankara’da bir gecekondu semtinde fotoğraf çekimine gitmiştik, sokaktaki ilkokul çağındaki çocuklar birden bize taş atmaya başladılar. Biz ne olduğunu anlayamadık çıkmak zorunda kaldık sokaktan ve yakındaki bir kahvehaneye girdik. Bir yaşlı amca yanımıza geldi belediyeden mi geliyorsunuz diye sordu. Biz fotoğraf çekmek için geldiğimizi söyleyince amca “çocuklar boşuna taşlamışlar” dedi. Meğer belediye evlerini yıkım kararı almış, ellerimizdeki çantaları ve tripodları görünce bizi de o ekipten sanıp taşlamışlar.

Y.L: Kendi çektiklerin içinde en sevdiğin fotoğrafın hangisi? O fotoğrafı nasıl çektin?

H.B: Beni mutlu eden ve iyi ki çekmişim dediğim fotoğraflar arasından bir tanesini seçmek kolay değil aslında. Bunlardan Caz müzisyenlerine ait bir fotoğrafımı söyleyebilirim. Fotoğrafı 1998 de New York’ta bir caz kafede çekmiştim. Vokal, saksafon ve kontrbastan oluşan grup bir köşede çalıyordu. “The Shadow of Your Smile” çalarken diğer ışıkları kapatıp tek spotla aydınlattılar. Ortam çok güzeldi. Işığı biraz yumuşatmak için objektifin önüne sarı bir naylon torbayı koyup ardı ardına birkaç poz çektim. Garsonlardan biri yanıma gelip fotoğraf çekemeyeceğimi söyledi ama ben çoktan istediğimi almıştım bile. 

(Fotoğraf: Hakan Baykal – New York – 1998)

Y.L: Fotoğraf ve film çekimleri konusunda kendini geliştirmek için neler yapıyorsun?

H.B: Beğendiğim fotoğrafçıların, yönetmenlerin eserlerini mümkün olduğunca takip ederim. Sanat ve felsefe ile ilgili söyleşi, konferans vs. olduğunda kaçırmamaya çalışırım.

Kaynak olarak kitapların yanı sıra dergileri de izlemeyi hiç ihmal etmem. Çünkü kitaplardan temel bilgileri alırken dergiler de güncel gelişmeleri, yeni teknikleri takip etme şansı sağlıyor. Görsel sanatlara yer veren çok iyi internet siteleri var, onları takip ediyorum. Tabii en önemlisi sürekli çalışıyor ve daha iyi nasıl yapabilirim diye arayışlar, denemeler yapıyorum.

Y.L: Takip ettiğin uzman fotoğrafçı veya yönetmenler vardır mutlaka. Bunlar kimler?

H.B: Fotoğrafta… S.Salgado, E.Weston, S. Mc Cury, D. Hamilton…

Yönetmen olarak… Tarkovsy, Bertolucci, Tornatore, Lars Von Trier, Angelopoulos, Kieslowski… Ülkemizden Metin Erksan, Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan ilk aklıma gelenler.

Y.L: “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmine geri dönelim. Çekimler bitti ve kurgu sürüyor bildiğim kadarıyla… Son durum nedir? Ne zaman vizyona giriyor?

H.B: Kaba kurgu bitmek üzere. İnce kurgunun tamamlanması ve renk düzeltmelerinin yapılması ile müziklerin dahil edilmesi biraz zaman alan süreçler. Öncelikle festivalleri hedeflediğimiz için filmin vizyona girmesini biraz ileriye alabiliriz belki. Senin de bildiğin gibi bazı festivallere katılmak için filmin daha önce vizyona girmemiş olması şartı getiriliyor. Ama sanırım Nisan ya da Mayıs ayında tek gösterimlik bir gala yapacağız.

(Fotoğraf: Hakan Baykal arşivi – “Melek Yoksa Şeytan mı?” film tayfası bir radyo söyleşisinde!)

Y.L: Sence filmin en önemli özelliği ne?

H.B: Filmin en önemli yanlarından birisi tamamen gönüllü çalışmalarla yapılmış olması bence. Oyuncular ve film ekibi dahil hiç kimse para almadı bu filmi yaparken. Hatta, çekimler için herhangi bir mekan gerektiğinde bizi hiç tanımamalarına rağmen insanlar karşılıksız açtılar evlerini, işyerlerini bize. Ankaralılara teşekkürler gerçekten. Bu arada, senin de katkın büyük bu filmin oluşmasında. Gerek evini kullandırman, gerekse teknik donanımımıza yaptığın yardımlardan dolayı tüm film ekibim adına teşekkür ederim.

Filmin bir diğer özelliği de bu kadar çok amatör oyuncuya yer vermesi. Aralarından ilerisi için çok başarılı oyuncular çıkacağına inanıyorum.

Y.L: Film çekimleri sana neler kattı?

H.B: Film sırasında ben de çok şey öğrendim aslında. Birçok kısa filmde oyunculuktan yönetmenliğe farklı konumlarda yer aldım ancak uzun metraj film yönetmek bambaşka bir deneyim. Yüzlerce insanla iletişim içinde olmayı gerektiren bir iş bu. Özellikle de maddi destek almadan bağımsız sinema anlayışıyla çalıştığımız için oyuncular, teknik kadro, ulaşım, yemek, mekan, kostüm, vs. her ne varsa ilgilenmek zorundasınız. Birinde olacak ufak bir aksama zincirleme olarak günlerce zaman kaybına neden olabiliyor. Bu yüzden, iyi iletişim kurmanın, planlı ve organize olmanın önemini öğretti bu çalışma bana.

Y.L: Bundan sonra filmlere devam mı?

H.B: Kesinlikle. Durmak yok artık.

Öncelikle aklımda iki kısa film var, ilk fırsatta onları hayata geçirmeye çalışacağım. Sonrasında da bir uzun metraj film planım var ama henüz gerekli alt yapıyı oluşturmadım. Bir süre daha çalışmam gerekiyor.

Y.L: Fotoğrafa veya film çekmeye meraklı gençlere neler önerirsin?

H.B: Başta teknik bilgi olarak alt yapının sağlanması gerekiyor. Işık, renk, kadraj, diyafram vs. her ne varsa hakim olmak gerekir. “Hangi unsurları hangi oranda değiştirirsem hangi sonucu elde ederim” sorusunun cevaplanmış olması ileride yapılacak çalışmalarda büyük kolaylık ve esneklik sağlayacaktır. Ancak, teknik bilgi işin sadece giriş bölümü… Asıl yaratıcılığı, farklılığı ortaya çıkaracak birikimi edinmek önem kazanıyor. Bunun için de edebiyattan müziğe, sosyolojiden psikolojiye dek değişik alanlarda kendini geliştirmenin önemine inanıyorum ben.

Ayrıca, beğendikleri sanatçıları takip etmelerini ama taklit etmekten de kaçınmalarını öneririm. Hiçbir taklit aslından iyi olmamıştır bugüne dek.

Y.L: Senin başarılı çalışmalarını takip etmek isteyenler sana nasıl ulaşabilir?

H.B: Bu konu en zayıf yanım belki de. Henüz internet üzerinde doğrudan erişilebilecek bir adresim yok ama çok yakında çalışmalarıma ulaşılabilecek bir site oluşturmayı umuyorum.

Filmle ilgili daha fazla bilgi edinmek için http://www.melekyoksaseytanmi.com/ adresine bakılabilir.

Y.L: Hakancım, değerli vaktini bana ayırdığın için teşekkür ederim. Bunlara ek olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı?

H.B: Çalışmalarımı aktarma şansı oluşturduğun için ben teşekkür ederim sevgili Yıldıray… Bu söyleşinin kendi sitemi oluşturmamda bir kıvılcım olacağını umuyorum. Sevgiler, saygılar…

**

Bu güzel röportaj için Hakan Baykal’a teşekkür ederim.

Umarım bu çok yönlü insanı size birazcık tanıtabilmişimdir.

Mutlaka eserlerine erişin derim.

Hakan Baykal’ın son eseri olan ve yönetmenliğini yaptığı “Melek Yoksa Şeytan mı?” filmi ile ilgili gelişmeleri http://www.melekyoksaseytanmi.com/ sitesinden takip edebilirsiniz!

Vizyona çıkmasını hakikaten dört gözle bekliyorum!

1mart2012